Yunus Emre'nin "İster idim Allah'ı / buldum ise ne oldu // Ağlar idim dün ü gün / güldüm ise ne oldu" diye başlayan ve ilk bakışta insanı şaşırtan bir şiiri vardır.
Her nefeste Allah'ı isteyen bir dervişin, bunca özleme, bunca hicrana rağmen O'nu bulduğu vakit "buldum ise ne oldu?" diye sorması, gece gündüz (dün ü gün) hasretle gözyaşı dökerken nihayet vuslat bulunca "güldüm ise ne oldu?" demesi gerçekten de okuyucuyu şaşırtabilir.
Öncelikle söyleyelim ki burada "ne oldu?" sorusu "bulduysam ne oldu, buldum da ne oldu" gibi şaşkınlık ve hayret bildiren bir söylem değil, bilakis "bunda bir gariplik yok, elbette böyle olacaktı, arayan bulur" anlamı içermektedir. Öte yandan, Yunus sanki gizliden gizliye bir yakarış içinde ve sanki bir sır paylaşır gibi "(Aradığım Allah'ı buldum ise) bundan kime ne?
Bu bir aşk idi, seven ile Sevilen arasında olup bitti!" fısıltısı da sezilir. Bu iki farklı anlam, "ne oldu?" sorusuna arifane bir mahiyet biçiyor ve Yunus'un bütün o isteyen ve istediğini bulan kişiliğinin maceralarını bize anlatıyor.
O ki, istemekle bulmak arasında cilt cilt kitabı dolduracak kadar uzun maceralar; o ki, bir nur iken maddeye tenezzülün (kavs-i nüzul) vatan iştiyakıyla çekilen çilelere ve adım adım yükselmeye (kavs-i uruc) uzanan yollar barındırır.
O ki, isteyenin Allah'a seyr, Allah'ta seyr ve Allah'tan seyr mertebelerinin adım adım güzelliklerini anlatır.
Çünkü Yüce Rabb'in "Ben insanları ve cinleri ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım." (51/56) âyetindeki "bana kulluk etsinler" ibaresi, ledünnî mânâsıyla "beni tanısınlar" biçiminde izah olunur.
Bunun diğer tercümesi de eşyânın insan için, insânın da Allah'a kulluk için yaratılmış olmasıdır.
Kulluk, tanımak ve bilmekle gerçekleşir.
Nitekim Allah bir kudsî hadisinde "Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi sevdim" diyerek kul tarafından bilinmek istediğini açıklar.
Bu bilme, ancak aşk ile olabilir. Çünkü Allah'ın bilinmesi demek, O'nun insanda zâhir olması, muhabbetinin kulda tecellî etmesi demektir.
İşte Yûnus'un "ağlar idim dün ü gün" (gece gündüz ağlardım) ifadesi bu muhabbetin gönüldeki tecellisinin sonucudur.
Âşıkın ağlayışı ya bulamadığı için üzülmekten, ya bulduğu için sevinmektendir.
Gece gündüz ağlamak ise gözden değil, özden olabilir.
Özü ağlayan ise hakikatli âşıktır.
İnsan, "bilme ve sevme eğilimli"dir. Bu da zatî bilgi ve İlahî aşk arzusu uyandırır. Biz farkında olalım yahut olmayalım, içimizdeki aşk bu bilginin peşindeki bir yönelişin sonucudur.
Çünkü aşk perdeleri açmaya, bilgi (irfan) ise onu anlamaya meyleder.
Aşksızlıkta perdeler kapalı kalır, keşif yapılamaz ve irfan ortaya çıkmaz. Fuzuli üstadımızın, "İlm kesbiyle pâye-i rif'at / Bir hayal-i muhal imiş ancak // Aşk imiş her ne var âlemde / İlm bir kıyl u kâl imiş ancak" mısraları tam da bunu anlatır.
Yunus'un "buldum ise ne oldu?" sorusu da işte burada anlam kazanır.
Çünkü ledün sahipleri, Cenâb-ı Hakk'ı isterken aslında "Hakk'ı bilme ve kulluk makâmına geri dönme"yi istemektedirler. Yani Allah'tan gayrı aranacak bir varlık zaten yoktur.
Çünkü Allah göklerin ve yerin nuru olup zâtı bütün eşyayı ihata eder. Kişi bir şeyin içindeyken onu arayabilemez.
Çünkü "O mâhîler ki derya içredir deryayı bilmezler". Onu bilmek için seyr ü sülûk, tevhîde inmek, mânâda ve içte derinleşmek gerekir.
Bunu yapan kişi Allah'ı bulmuş değil, bilmiş olur. Yani Yunus'un "Allah'ı buldum" demesi, hakikatte "Allah'ı bildim" demesi, gönlünde Allah'ın nûrunun tecelli etmesi olarak anlaşılmalıdır.
Çünkü fenaya (yokluğa) ulaşan kişide yön duygusu kalmaz (arama ortadan kalkar) ve Hakk'ı perdesiz görerek tecellisine mazhar olur. Velhasıl bulunacak bir Allah yok, bilinecek bir Allah vardır.
Âşıkın O'nu bilmesi ise Simurg efsanesindeki kuşların "Meğer aradığımız kendimizden ibaretmiş!" demeleri gibi olacaktır.
O halde, aradığı ile bulduğu, gördüğüyle de bildiği aynı olan kişinin "buldum ise ne oldu?" demesi, elbette muhataptan vareste bir ikrarı, yani ki "bunda bir gariplik aramayın!" ihtarını ortaya çıkarır.
Nitekim bu soru bir muhataba yöneltilirse cevabı verilemez.
Birinin bir başkasına "Allah'ı buldun mu?" diye sorması, Allah'ın zatından söz edilemeyeceği ve söz kesrete döküleceği için abes ve cevapsız bir soru olur."