(Engelliler haftası nedeniyle)
Ayakkabıcı ile ayağının biri olmayan çocuğun hikayesini biliyorsunuzdur.
Ben yine de anlatıp hafızalarınızda canlanmasına katkı sunmak istiyorum, birazdan okuyacaklarınızı yaşayarak öğrenen biri olarak.
Hazırsanız başlayalım.
★
Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onu izlemekteydi.
Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor ayakkabılara rağbet fazlaydı.
Gerçi mallar lüks sayılmazdı; ama küçük bir dükkan için yeterliydi.
Onların en güzelini ön tarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı.
Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı.
Hem de güçlükle.
Adam ona bir kez daha göz attı.
Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu.
Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu.
Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti.
Bir müddet öyle durdu.
Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkandan dışarı fırlayıp:
– Küçük!. diye seslendi. Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir harika!.
Çocuk, ona dönerek:
– Gerçekten çok güzeller!. diye tebessüm etti. Ama benim bir bacağım doğuştan eksik.
– Bence önemli değil!. diye atıldı adam. Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki!. Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı ya da vicdanı.
Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü:
– Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi.
Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp:
– Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?
– Çok basit!. dedi, adam. Eğer vicdan yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil. Zaten orada tüm eksiklikler tamamlanacak.
Hatta sakat insanlar, sağlamlara oranla daha fazla mükafat görecekler…
Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi.
Adam, vitrini işaret ederek:
– Baktığın ayakkabı, sana yakışır! Denemek ister misin? dedi.
Çocuk, başını yanlara sallayıp:
– Üzerinde 30 lira yazıyor, Almam mümkün değil ki!.
– İndirim sezonunu, senin için biraz öne alırım!. dedi adam. Bu durumda 20 liraya düşer. Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder.
Çocuk biraz düşünüp:
– Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!. Onu kim alacak ki? diye ekledi,
– Amma yaptın ha!. diye güldü adam. Onu da sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım.
Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı.
Adam, devam ederek:
– Üstelik de öğrencisin değil mi? diye sordu.
– İkiye gidiyorum!. diye atıldı çocuk. Üçe geçtim sayılır.
– Tamam işte!. 5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zaten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!.
Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkana girdi. İçerideki raflar, onun beğendiği modelin aynısıyla doluydu.
Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek;
– Benim satış işlemim bitti!. dedi. Sen de bana, bunu satsan memnun olurum.
Şaka mı yapıyorsunuz? diye kekeledi çocuk. Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?
– Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş.. dedi, adam. Antika eşyalardan haberin yok herhalde. Bir antika ne kadar eski ise o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30-40 lira eder.
Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları üzerinden atabilmiş değildi. Mutlaka bir rüyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rüya. Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kağıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek:
– Bana göre 20 lira yeterli.. dedi. İndirim mevsimini başlattınız ya!..
Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu. Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu.
Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip:
– Babam haklıymış! ‘Sakat olduğum için üzülmeme hiç gerek yok!’ demişti.
★
Bu okuduklarınız tanıdığım bir çok adamdan daha "adam" olan Çiğdem kardeşimin bana gönderdiği bir mesajdan alıntıydı.
Aslında benim de buna benzer bir hikayem var yaşanmış.
Ne yazık ki bizimkisi o kadar şanslı değildi.
Çünkü karşımıza çıkan eğitimciler, ayakkabıcı kadar düşünceli değildi.
Halen aklım havsalam almıyor dediğim bir anı aktarmak isterim.
Ehli olmadığı işini savsaklayan sağlıktaki sağlıksız beyinler yüzünden yaşam ile ölüm arasındaki ince çizgide günlerce gelip gittikten sonra kalem tuttuğu eli ampute edilerek yaşama döndürülmüştü bizim evlat.
Haftalarca yattığı 9 Eylül'de Tıp Fakültesi Hastanesindeki odasından bahçeye çıkarmıştım.
Teyzesinin Almanya'dan gönderdiği oyuncak ile oynadığı sırada tanımadığım iyi giyimli bir adam yanıma yaklaştı.
"Geçmiş olsun" demeyi bile akıl edemeden; "Keşke kolu kesileceğine, ölseydi." demişti.
★
O vakitler genç olduğumdan bugünkü gibi sinirleri alınmış biri değildim, ama o giyimiyle aklı başında biri olarak görünen beyinsizi tokatlamamak için kendimi zor tutmuştum.
Bir de 6 ay sonra gittiği okulunda karşılaştığı bir yaklaşım var ki, hala bir eğitimcinin niçin öyle davrandığını anlayabilmiş değilim.
Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayağımız, elimiz eksik olsa idi.
★
Ne kadar acı değil mi;
Gözleriniz var, ama görmüyorsunuz.
Kulaklarınız var, ama duymuyorsunuz.
Kalbiniz var, ama hissetmiyorsunuz.
Rabbim sen bizleri bu yaratılmışların şerrinden koru.
Selametle..