Haluk Dursun Hoca da gitti… Ölüm böyledir işte…
Ansızın ve sessizce gelir! Önceki gün içimizi yakan çok acı bir haberle şaşırdık kaldık. Güzel insanların kaybı insanda tarifsiz bir acıyla birlikte bir ümitsizlik duygusu da uyandırıyor çoğu zaman.
İşte Prof. Dr. Haluk Dursun böyle bir isimdi. O gitti biz ıssızlaştık!
Haluk Hoca’nın vefat haberi geldiğinde açıkçası donup kaldık. Malazgirt törenlerinin yapılacağı mekânları incelemek maksadıyla bölgeye gitmişti… Kader, Malazgirt Zaferinin kutlamaları öncesinde tecelli etti! Ne çare!
O, kültür ve irfanımızın fetret devrini yaşadığı günümüzde nadir görülen çok önemli kültür adamlarımızdan biriydi. Kültür ve medeniyet konularının yetim kaldığı bir zamanda ısrarla kültür ve medeniyet meselelerine ışık tuttu. Haluk Hoca, çok önemli bir kültür adamı, çok kıymetli bir akademisyen, çok naif bir hoca idi.
Birçok kültür programında ve söyleşide birlikte bulunan ve kendisini yakından tanıyan Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şube Başkanı, Mahmut Bıyıklı’ya Haluk Hoca’yı soruyorum. Mahmut Bey, Haluk Hoca ile ilgili çok ilginç bir anekdotu aktarıp şunları söylüyor:
“Bir konuşmasında Orhan Şaik Gökyay’ın Türkoloji kongresinde, tarihi, edebiyatın imkânlarından yararlanarak okumanın önemi üzerine yaptığı bir konuşmayı Aşık Çelebi'nin Tuna şiiri üzerinden, onun yanına Gazi Giray Han'ı da koyarak, o şiirlerin Tunay’la arasında sağlam bir bağ kurduğunu, nereden çıktığını görmek için Tuna'nın kaynağına gittiğini, daha sonra Tuna'yı şiirler üzerinden takip etmeye devam ederek Tuna ile uzun bir süre geçirdiğini söyledi.
Tuna üzerine, Nil üzerine konuşmalar yapıp kitaplar yazdığını belirten Haluk Hoca geçtiğimiz yıllarda Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesindeki su hatırasını anlattı:
-Bir kız öğrenci söz istedi ama muhalefet dozu yüksek bir şekilde, 'Sizin burada ne işiniz var? Ben sizin yaptığınız çalışmalara baktım, siz Tuna tarihçisisiniz, sizin hayatınız Tuna'yla geçmiş. İkinci kitabınız da Nil. Nil'le ilgili de çalışmışsınız. Sizin hayatınızda Dicle yok. Siz Dicle'siz bir tarihçisiniz, o yüzden sizin burada bulunmaya hakkınız yok, konuşmaya hiç hakkınız yok' dedi.
Bu itiraz karşısında Haluk Hoca, o kızımıza şu cevabı veriyor:
-Tamam, bir dakika haklısın ama dinle. Konuşmayı nerede yapıyoruz? Dicle Üniversitesinde yapıyoruz. Kampüsün içerisinden Dicle geçer. Ben buraya nereden geldim? Cizre'den geldim, Cizre tam bir şehirdir ve tam bir Dicle şehridir. Bir gün önce de Hasankeyf'te idim. Batman, oradan da yine Dicle gelir. Demek ki gözümüz Dicle'de ama gönlümüz de Tuna'da. Bunda da bir zarar yok günah yok ama haklısın bu bir gecikme, bu bir tehir. Zaten her işin, her vazifenin rehine bırakılmış bir vakti vardır. 'Vakti şerif' denir zaten ona. İşte o vakti şerif gelmiş ben Dicle'de sizinle bugün beraberim.' dedim. Sonra gösterdim, gençlerin hepsi zaten aynı frekans gençler. 'Siz Dicle'nin kuzularısınız ve siz Dicle'nin kuzuları bize emanetsiniz. Haklısınız geç kaldık bu emanete sahip olmakta ama bundan sonra sizinle hep beraber olacağız ve bu bölgede Dicle'nin, Murat'ın, Karasu'nun, Zap Suyu'nun, Aras'ın kuzularını çakallara kaptırmayacağız...'
Bizim temelimiz Anadolu'dur, Malazgirt'tir, Sakarya'dır, Sarıkamış'tır, Ahlat'tır. Kudüs bizim için mukaddes, hep söylüyorum ama Kudüs kadar Müküs'ü (Bahçesaray) tanıyacağız. Rahmetli Fethi Gemuhluoğlu'nun dediği gibi, biz bu coğrafyaya, tarihe, edebiyata, şiire ve gazavatnamelere dost olacağız. Bu kültürel gelişimimizi akademik çalışmalarla da tamamlayacağız, tekemmül ettireceğiz, mükemmelleştireceğiz ve inşallah geleceği o zaman çok daha emin bir şekilde karşılamış olacağız."
Ruhu şâd mekânı cennet olsun. Allah gani gani rahmet eylesin…