Günümüzün yaygın tavırlardan birisidir kibir…
Birkaç kuruşu olanın, biraz şöhrete bulaşanın ve bir mevki-makam-koltuk bulanın birdenbire kasılarak yürüyüp etrafını hakir görme hastalığıdır kibir! Ne oldum budalası olmuş, sonradan görme, dünyevi zenginliğin şehvetine düçar olmuş, şahsiyet zaafları olan kimselerin hastalığıdır enaniyet.
Kibir, ibadetlerin temelinden zarar görmesine neden olan öldürücü bir hastalık hâlidir. Kibir ve enaniyet üzerine Yüce kitabımız Kur'ân'da sayısız sure vardır. İmam Gazali hazretleri kibir üzerine insanda tecelli eden dört önemli afeti şöyle izah eder:
“Birincisi: Kibirli insanın basireti kapanır, hakikati göremez. Akıllara durgunluk verecek derecedeki bu kâinat ona hiçbir şey anlatamaz. İradesizdir. Allahü teala buyurur:
-Yeryüzünde haksız yere kibirlenenleri, âyetlerimi idrakten çevireceğim.(A'raf,146)
-Allah her kibirli ve zalim kalbi mühürler. (Hakikati anlayamaz) [Mü'min 35]
İkincisi: Kibirli insan, Allah'ın öfkesini üzerine çeker. Kur'ân-ı kerimde buyurulur:
-Allah kibirlenenleri sevmez.
Üçüncüsü: Kibirli kimse dünyada sıkıntılara, ahirette azaba düçar olur.
Dördüncüsü: Kibirli kimse ahirette Allah'ın azabına uğrar."
Bütün bunların ışığında söyleyebiliriz ki bugünün insanı dindar olsun olmasın ne yazık ki çoklukla kibir elbisesini üzerinden çıkarmayan, enaniyet ve kibirde birbirleriyle yarışan, ahireti ve Allah'ın âyetlerini hatırlamayan bir sekerat hâlinde dünyevi meşgaleleriyle avunuyor. Yarın hiç gelmeyecekmiş gibi davranıp yarını yok sayıyor.
İslamı şekilcilikten öte yaşamayan, içselleştirmeyen, Kur'ân'ın binlerce güzel ahlak ve davranış kurallarından oluşan hükümlerini görmezden gelip işlerine gelenleri insanların önüne koyanlar, ne yazık ki dönüp bir kez olsun kendi kibir ve 'ene'lerine bakmıyorlar.
Oysa günümüzün en büyük handikabıdır kibir ve enaniyet!
Tevazu ve hoşgörü medeniyetinden bir nebze nasiplenmemiş insanların İslam adına konuşup, kibir ve enaniyet kulelerinden insanlara İslamı anlatması ne enteresandır ve ne büyük çelişkidir!
Ne yazık ki bunca uyarı ve ikazlara rağmen insan yine de büyüklenir fırsatını buldukça. Kendini, küçüklüğünü, yetersizliğini, çaresizliğini ve zaaflarını büyüklenerek kapatmaya, gölgelemeye çalışır belki de. Kısalığını, ufaklığını, zayıflığını bile bile kibirlenir insan.
Mezarlıklar kibirli insanlarla doludur.
Taş çatlasın seksen senelik bir ömür için bütün insani vasıflarını bir kenara iten, acımasız, merhametsiz ve vicdansız bir pencereden dünyaya bakan insan için ne büyük bir yanılgıdır, ne büyük bir garabettir bu durum. Makamlar, mevkiler, koltuklar, şan şöhret ve güzellikler artık geride kalmış ve yapıp ettikleriyle baş başa kalmışlardır.
Dünün ihtiras ve kibirde sınır tanımayan insanlarına dönüp baktığımızda bugün unutuldukları köşelerde ne kadar da mahzun ve kederli duruyorlar. Her şey geride kalmıştır. Ancak ezdikleri, haklarına girdikleri, istikballeriyle oynadıkları, acımasızca itekledikleri insanlardan geriye büyük bir vicdan azabı ve mağlubiyet kalmıştır aslında.
Yaşlılığı ve ölümü hatırdan çıkarmamak, insanlığımızdan taviz vermemek, dünyaya fazla bel bağlamamak, insanlara dayanmamak lazım geldiğini unutmamak gerek.
Sözlerimizi Malatyalı Osman Hulusi Efendi'nin şu ikazıyla bitirelim:
“Âlemi sen kendinin kölesi kulu sanma
Sen hak için âlemin kölesi ol, kulu ol.
Nefsin hevası ile mağrur olup aldanma
Yüzüne bassın kadem, her ayağın yolu ol
Güneş gibi şefkatli, yer gibi tevazulu
Su gibi sehavetli, merhametle dolu ol.”