Her insan daima iyiye, doğruya, güzele yönelmek ister. Düşüncelerinin davranışlarının; sözlerinin bu üç değere uygun olmasını ister, bu yolda çaba gösterir.
Bu değerler zamana göre, zemine göre değişmeyen herkesçe kabul görmüş değerlerdir. Bu erdemlerle donanmış insanlar diğerlerinden birçok bakımdan ayrılırlar.
Düşündüklerinde, insan ve toplum için hayırlı olanı, konuştuklarında herkes için doğru olanı söylerler… Hoşgörülüdürler, anlayışlıdırlar, naziktirler, kibardırlar. Kanaatkârdırlar.
Mütevazidirler, diğerkâmdırlar. Herkes bana tabi olsun duygusuyla hareket etmezler. İnsanları memnun, mutlu etmekten mutlu olurlar. Dünya benim çevremde dönsün, çevremdeki herkes bana göre hizaya girsin, benden hiza alsınlar fikrinde olmazlar.
Böyle olunca, bu güzel hasletlerini saydığımız insanlar imrenilen özenilen insanlardır, örnek gösterilen insanlardır.
Herkes nezaketiyle, kibarlığıyla fedakârlığıyla yâd edilen bu insanlar gibi olmak ister.
Bu güzel…
Ama bir de madalyonun öbür yüzü var:
Herkesin imrendiği bu insan tipinin başka özellikleri de vardır:
Herkes imrenir bu insanlara, ama bu insanlar en kolay yok sayılan, hesaba katılmayan, istiskale uğrayan, ‘’sözü gâvur parasıyla beş para etmeyen’’ insanlardır, öyle görülürler.
Nasıl mı? Ya da niçin mi?
Hakkını çiğnersiniz; sorunu daha çok büyütmemek, içinden çıkılmaz hale getirmemek için üzerinde durmaz.
Kötü söz söylersiniz; kötü söz sahibine aittir, deyip sabreder, kötü söz sahibine misliyle karşılık vermez.
Toplum içinde herkes kendi sorumluluklarının gereğini onun üzerine yıkar; o gücü yettiğince işi götürmeye çalışır.
Haksızlar sesini yükseltir, o gürültüden hoşlanmadığı için tartışmaz bile.
Arsızlar, çirkefler her türlü galiz sözleri kullanırken, o, bir söze bakar söz değil, bir adama bakar, adam değil!.. Cevap bile vermez…
Ne kadar kötülük görürse görsün, onun ilkeleri bellidir; kötüyle kötü olma, kötü söz sahibine aittir; söz söz ,adam adam değilse, üzerinde durma…
Yani adam her şeyi sineye çekiyor…
Dövene elsiz, sövene dilsiz… Vurması yok, galiz sözü yok, dövmesi yok…
Böyle ‘’iyi’’ bir insanı kim, ne diye kaale alsın?
Böyle olunca, bir zaman sonra, herkesin imrendiği bu insan da başkalarına özenir içten içe… Nasıl mı? Ya da kimlere mi?
Dilinde, tavrında, edasında nezaketten, incelikten, tevazudan zerre nasiplenmemiş kaba-saba insanlara…
Peki kim bunlar?
En ufak bir insani duygu taşımayan insanlar bunlar. Nezaketin zerresi yoktur davranışlarında, sözlerinde, tavırlarında. Ahlak en uzak oldukları kavramdır. Nezaket, fedakârlık, diğerkâmlık semtine uğramadıkları kavramlardır.
Konuştuklarında, sözlerinde hep bir fitne, öfke, saldırganlık, küfür, hakaret, tahkir ve tahrik vardır.
Konuştuklarında, şekli değiştirilerek gizlenmeye çalışılmış yalanları söylerler; gıybet ederler… Yıllar öncesinden kalmış salamura kinleri, sorunları her defasında ortaya dökerler. Gıybet ve dedikodu içerikli saldırı, hakaret konusunda ne diriler, ne ölüler kurtulamazlar.
Davranışlarıyla dünyanın kendi etraflarında dönmesini, herkesin bu doğrultuda davranmasını isterler. Böyle olmadığında, bu gerçekleşmediğinde ise etrafı ateşe verirler. Hatırlı hatırsız kim varsa herkesi bu ateşin içine atarlar.
Böyle olunca, şehirde, mahallede, köyde, iş yerinde bu tiplere kimse bulaşmak istemez, didişmek istemez. Herkes hareketlerini sözlerini, düşüncelerini bu tiplere göre ayarlar. Amaaan, der insanlar, it ile dalaşmaktansa çalıyı dolaşayım…
Sonuçta karşımızda, sözlerine itiraz edilmeyen, sözü dinlenen, herkesin, kızdırmamak, öfkelendirmemek için davranışlarına, sözlerine ses etmediği, kaba, arsız bir mahlûk, bir bela çıkar karşınıza…
İşte bunlara özenir olur insanlar… Ben de böyle olsaydım, benim de sözüm dinlenseydi, herkes bana göre vaziyet alsaydı, adım atsaydı keşke derler…
İkisi bir arada olmuyor işte… Birini tercih edeceksiniz:
Ya sözü dinlenen kötü ve kaba bir canlı, ya da kimsenin hesaba katmadığı, saymadığı ‘’ iyi ‘’ bir insan…