Kurban Bayramı sonrası memleketten dönüşümüz biraz uzadı. Modaya uymak zorunda kalıp alışkanlıklar çerçevesinde çoluk çocuğun peşine takılıyoruz. Bir-iki günlüğüne körfeze iniyoruz. Bizim körfez ne Karadeniz’in bunaltıcı nemli havasına ne Akdeniz’in dayanılmaz sıcaklığına benzemiyor. Hava gündüz nasıl olursa olsun akşam olduğunda cennet iklimine döner Körfez. Özellikle Altınoluk.
Denize girmek nasip olmasa da bu yazıyı kaleme almadan yağan yağmurun bereketini içimize çekiyoruz. Sizler bu yazıyı okumaya başladığınızda ise ya yolculuk hazırlığında ya da yolculukta Ankara istikametinde olacağız nasipse.
Bir süredir kitap okuma fırsatım olmadı. Başladığım İbn-i Haldun’un Mukaddemesi 200. Sayfada yarım kaldı. Sehpanın üzerinde bekliyor. Körfezde önceki akşam dolanırken kitapçıda “Esaret Yıllarım” hatıratını arıyordum. Bizim Üçpınarlı Arap Recep Dede hikayesine hazırlık için okumam gereken bir kitap “Esaret Yıllarım”. Kitabı yine bulamadım. Artık internet sitelerinden sipariş vereceğiz. Bu arada bugüne kadar okumayıp aklımda olan bazı kitaplar var. Psikolojim iyi olurda dikkatimi çekerse o kitapları zaman zaman alırım. İşte bu kitapçıda dikkatimi Platon’un “Devlet”i, birde “Vadideki Zambak” çekti. O iki kitabı da aldım.
Siz dostlara durmadan devleti ve devletler arası güç mücadeleleri üzerine nutuk çekiyoruz. O nedenle sadece günümüzü değil geçmişi de en azından özet olarak bilmekte yarar var ki verdiğimiz bilgiler, yaptığımız yorumlar ve değerlendirmeler fayda sağlasın. Yoksa şarkı veya türkü formunda nağmelerin hoşluğunda okunup unutulacaksa ve işimize yaramayacaksa ne önemi var kaleme aldıklarımızın.
Platon’un ‘Devlet’ini aldıktan hemen sonra bizim çocukları azıtıp Altınoluk İskeledeki Çınaraltı Çay Bahçesine oturdum. Çayı söyledim. Çay gelsin diye üç defa ikazda bulunmamı saymıyorum. Kitabın karşılıklı diyaloglardan oluştuğunu duymuştum. Okumaya başlar başlamaz diyaloglarla karşılaşıyorsunuz zaten. Okumaya başlayınca içine dalmışım. Soluk almaya kalktığımda 50. Sayfaya yaklaştığımı fark ettim. Tercüme güzel. Biraz içselleştirilmiş. Kitaptaki kavram ve ifadeler yaşam biçimimize ve hayat tarzımızla uyumlu. İçindeki isimleri değiştirip ‘Mehmet’, ‘Ali’, ‘Veli’ olarak yerleştirseniz diyaloglar günlük yaşamdan ayıramayacaksınız. Oysa Kitap Eflatun tarafından günümüzden 2500 sene önce kaleme alınmış.
Aynı hisse İbn-i Haldun’un Mukaddemesini okumaya başlayınca da kapılmıştım. İbn-i Haldun’un Mukaddime’’yi kaleme aldığı tarih 1370’li yıllara ait. Bugün İbn-i Haldun’un Mukaddime’yi kaleme alışının üzerinden 650 yıl geçmiş. Ama ele alınan konular, dile getirilen sorunlar çözüm gereken mevzular, ortadaki hastalıklar aynı.
Farklı eserlerden de okuduklarımı ilave ettiğimde karşıma dikkat çekici benim açımdan iki önemli şey çıkıyor. Bu benim dikkatimi çekenler. Aynı şekilde sizlerin katılmasını bekleyemem. Sadece benim için geçerli de olabilir. Bu iki şey birazda zihin yapımızı hapsetti. Biri ilim ve bilim alanında kendimizi zihnimizdeki İslam ile sınırlı bırakmamız. Bu kısır dinî anlayışımızın eseri olarak görülebilir ki herşeyi İslam ile başlatıp İslam’la bitirme. İslam’ı ise sığ ve yüzeysel kalıplara sıkıştırdığımızdan derinlemesine hakimiyetimiz olmadı. Diğeri de Cumhuriyet dönemi empoze edilen ilim ve bilim anlayışı ki her şeyin başlangıcı ve sonunu batı medeniyetinden ibaret saymak. Böylelikle başka bir zihni hapis hayatı gibi. Halende bu iki zihni hapis olgusunu aşmış değiliz.
Geleceği hakkı ile okuyabilmek için öncelikle insanlığın var oluşundan bu yana bütün birikim ve tecrübelerin çok iyi bilinmesi gerekiyor. Bunun içinde öncelikle zihni hapislerimizden kurtulmamız lazımdır. Eğer insanlığın birikim ve tecrübeleri gerektiği gibi aktarılmaz, aktarılanlardan gerektiği gibi yararlanılmaz ise geleceği okuyup planlamak imkansız olur.
Onun için Platon’un ‘Devlet’i, İbn-i Haldun’un Mukaddime’ si gibi insanlık tarihinin birikimlerini aktaran eserler geçmişin ötesinde geleceğin okunmasına büyük katkı sağlamaktadır.
Kalın sağlıcakla...