Bir tarafta barış isteyenler
Diğer yanda kardeşliğe karşı çıkanlar.
İşte böyle bir SÜREÇ yaşıyoruz.
Öylesine önemli olduğu kadar ilginç bir süreç ki bu..
Sağduyu sahibiyseniz eğer, AK ile KARA'yı ayırt edebilme fırsatıda veriyor size..
Gittiğim her yerde, bulunduğum her ortamda kendince birşeyler konuşuyor, söylüyor, yorumluyor, geleceğe dair görüşlerini aktarıyor herkes.
Kimisi "vatan parçalanıyor" feryatları koparıyor, kimi "geç bile kalınmış" diye bakıyor adına 'süreç' denilen ortama.
Bence bu süreç, iyi okunması, iyi değerlendirilmesi, iyi sonuç alınması gereken ve hoşgörü olmazsa olmaz denilebilecek bir süreç..
İnsanların karşılıklı olarak birbirlerini anlaması, bugüne kadar yaşananları görmesi, soğukkanlılıkla sorgulaması, kendi kendine özeleştiri yapabilmeyi gerektiren bir süreç. 

***
Belki birazdan okuyacaklarınız sonrası hakkımda farklı düşüncelere kapılabilir, "yanılıyorsun" diyenleriniz olabilir. 
Saygı duyarım karşılığını vermeden önce, "siz hiç güneydoğuda neler olup bittiğini biliyor musunuz, bu toprakları gördünüz mü?" sorusunu sormama izin verin.
Gidip görenler, bölge halkıyla sohbet edenler inanıyorum ki, benimle aynı görüşü taşıyor.
Gidip görmeyenler ise, "Bu kürtleri mi savunuyor?" diye sitem edecek bana. 
Böyle düşününlere hak veririm, çünkü bende gitmeden önce farklı bir gözle bakıyor, farklı düşünüyordum bölge için. 
Açık anlatımıyla Güneydoğu'da yaşayan herkes gözümde birer 'terörist' gibiydi. 
Öyle görüyor, öyle algılıyordum bölge halkını.

TÜRKİYE TERÖR BELASIYLA BU İLÇEDEKİ JANDARMA KARAKOLUNA YAPILAN BASKINLA TANIŞTI. O KARAKOL DAHA ÖNCE ERMENİ HASTANESİ OLARAK KULLANILIYORMUŞ!

***
İtiraf etmeliyim ki, büyük hata yapmışım.
Görmeden bilmeden, araştırıp soruşturmadan orada yaşam sürenlerin günahını almışım. 
İlk gidişim 16 yıl önceydi bölgeye.
Diyarbakır ve Mardin Kızıltepe'de kaldım. 
Birkaç günlük bir ziyareti kapsıyordu ilk gidişim.
Gördüklerim, yaşadıklarım bildiklerimin veya bana aktarılanların tam aksineydi.
Dört yıl önceki ikinci gidişim daha uzun süreli oldu. 
Hakkari, Siirt, Şırnak, Batman ve Diyarbakır’ı gezdik.
Terör belasının başladığı ve ilk PKK saldırısının gerçekleştirildiği Eruh'taki Jandarma Karakolu'nu gördük, sıcak çatışmaların 30 yıldır süregeldiği bölgeyi gezip incelemelerde bulunduk. 
Askeri, polisi, öğretmeni, memuru ve çaresizlikleri bezgin yüzlerinden okunan bölge halkıyla konuştuk. 

***
İlk gidişimle son ziyaret arasındaki geçen süreçte değişen birşey olmadığına tanıklık ettim. 
Ne yürek ferahlatan bir gelişme gördüm, ne de bir umut kıvılcımı. 
Paylaşacak ve aktaracak ibretlik o kadar çok manzalarlar var aslında Güneydoğu'dan.
Hangi birini anlatayım size. 
Yakılan, yıkılan, boşaltılan yerleşim birimlerini mi, 
Batıdan giden askerininin, polisinin, öğretmeninin, kaymakamının veya herhangi bir devlet görevlisinin bölge halkını "öcü" gibi gördüğünü mü, 
Onlarla kucaklaşmaktan kaçındığını mı, 
Yiyecek, giyecek vermedikleri için örgüt tarafından öldürülenleri mi, verdiklerinde ise faili meçhul cinayetlere kurban gidenleri mi, 
Sokaklarda per perişan dolaşan çocukları mı, 
Onlara devletin sıcak elini uzatanların kendi arkadaşları tarafından dışlandığını mı?
Bilmiyorum, bilemiyorum hangi birini anlatacağımı..

SİİRT PERVARİ'DE BİR KORUCU.. BU İŞTEN GECİMİNİ SAĞLAYANLARIN SAYISI HAYLİ FAZLA... AĞALIK SİSTEMİNİN DEVAM ETTİĞİNİ DE SÖYLEYELİM... KORUCULAR GENELDE AŞİRETLERİN KONTROLÜNDE..! 

***
Ama şunu anlatabilirim.
Yatıp kalkıp dua etmeliyiz, böylesine zenginliği barındıran topraklarda yaşadığımıza.
Kıymetini bilip şükretmeliyiz Yaradana..
Güneydoğu'daki topraklarda bizim. Orada yaşayanlar da bizim insanımız.  
Tıpkı "orada bir köy var, gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüz" denildiği gibi..
Başka birşey denilmemiş, başka birşey yapılmamış. 
Yıllar yılıdır öyle kalmış zaten..
"O köy de bizim köyümüz" denile denile günler, aylar, yıllar geçirilmiş.
Gitmeye, görmeye gerek duyulmadığı için hep başkaları o köyü sahiplenmiş, atasından koparma yolunda ekilen nifak tohumları atom bombasına dönüşmüş. 

***
Bugün başlatılan süreç 'bomba'nın kimseye zarar vermeden imha edilmesi anlamı taşıyor diye düşünüyorum. 
Kim ne derse desin, nasıl bakarsa baksın, bugünkü gelinen noktadır özeti şudur aslında. 
Sizin, bizim, hepimizin yıllar yılıdır dert yandığı, ateşin düştüğü yeri yaktığı ve ekonomik alanda milyarlarca dolarlık kayıplara yol açan ve 30 yıla dayanan öyküsü bulunan terör belası çözüm noktasına ilk kez geldi.
Kimi çevrelerin bundan rahatsızlık duyması çok doğal. 
Çünkü yaşanılan bu değişim geleceği de yeniden şekillendirecek.
Bambaşka bir kalıba dökülen bu dönüşüm, temelleri zaten paramparça olan 'baba' siyaseti anlayışını kökten bitirecek cinsten.
Siyaset anlayışını değiştirecek kadar köklü görünen gelişme, yeni Türkiye siyasetçisinin tutum ve davranışlarını tepeden tırnağa gözden geçirilmesini zorunlu kılacağa benziyor. 
Etkilere, tepkilere bakılırsa bu biraz zaman alacak gibi. 

***
Hiç şüpheniz olmasın ki, sonunda sular durulacak. 
Bugünkü sürecin rahatsız ettiği anlayış bile kendini değiştirmek zorunda kalacak. 
Aksi halde sağında solunda kimseyi göremediği gibi, söylemlerini dikkate değer bulan insanoğlu bulması imkansız hale gelecek. 
Çok uzun sayılabilecek bir süreç değil bu.
Yakın gelecekte karşımıza bambaşka bir siyasi sahne ve bambaşka siyasi değişkenlik çıkacak. 
Nasıl ki Demirel, Ecevit, Türkeş, Erbakan döneminin siyasi parametleri günümüzde geçerliliğini yitirmişse, bu süreçle birlikte eskinin alışkanlıkları ve refleksleri giderek yerini, yeni dönemin yeni politikalarına ve dengelerine bırakacak.
İşte bunun içindir; sürece şüphe ve tepkiyle yaklaşanların itirazı. 
İşte bunun içindir; oyuncağı elinden alınmış çocuklar gibi feryat figan bağırışları. 
Başka bir anlatımı varsa söyleyin bilelim.


GÜNEYDOĞU'DA HANGİ YERLEŞİM BİRİMİNE GİDERSENİZ GİDİN SOKAKLARDA BU ÇOCUKLARI GÖREBELİRSİNİZ...! BÖLGEDEKİ 20 YAŞINDAKİ GENÇE 'KAÇ ÇOCUĞUN VAR?' SORUSUNU YÖNELTİRSENİZ, ALACAĞINIZ CEVAP SİZİ ŞAŞIRTABİLİR..!

***
Olay, Türk-Kürt meselesi değildir aslında.
Kaostan, terörden medet umarak beslenenler yanında bunu körükleyen dış mihraklarla, Türkiye'nin daha güçlü, insanının daha müreffeh yaşam sürmesini isteyenlerin kavgasıdır.
Yok 'vatan elden gidiyor', 'Türküm demek suç haline dönüşecek', 'Bizlere İstiklal Marşını söyletmeyecekler', Türk Bayrağını asamaz hale geleceğiz' ve 'Silahımızı alır dağlara çıkarız' vb. gibi hamaset destanı yazmaya kalkışanlara sormak lazım:
Siz savaştan yanamısınız, barıştan mı?
Kardeşlikten mi, düşmanlıktan mı?
Bu vatanın, vatandaşın dostumusunuz, düşmanı mı?
Güneydoğuda yaşayan senin gibi insanoğlu değil mi?
Bizim evlatlarımız şehit düşerken, onların evlatları ölünce 'leş' mi oluyor?
İslamda böyle bir bakış, böyle bir anlayış var mıdır?
Yanlış anlaşılmasın sakın. 
Eli kanlı katiller değil sözünü ettiğim kesim. 
Köyleri yıkıp yakılan Güneydoğu insanından sözediyorum.
Gidip görmenizi, evlerine konuk olmanızı, sofralarındaki ekmeği paylaşamınızı ve hangi koşullarda yaşam sürdüklerini görmenizi çok isterim.

***
Diyeceğim şu; bu süreç özlediğimiz, hayalini kurduğumuz yeni Türkiye'nin ilk ışığıdır. 
Buna karşı çıkmak, itiraz etmek, sonuca ulaşmamasını istemek veya dilemek hiçbirimize birşey kazandırmayacağı gibi, ülkemiz ve insanının geleceğini karartmakla eşdeğerdir.
Hem merak etmeyin.
Nasılki bu ülkeye komünizm, faşizm veya şeriat gelmediği gibi, bölünme veya parçalanma da asla yaşanmaz
Çünkü böyle bir şeye atalarının, dedelerinin kanlarıyla sınırları çizilen bu topraklar üzerinde yaşayan tek bir Allah'ın kulu izin vermez, müsaade etmez..

***
Bu sürecin karşılığı olsa olsa ancak barış ve istikrardır.
Son 10 yıldaki istikrarın getirdiği nokta hepimizin malumu.
Birde buna ülke içindeki güveni, huzuru, insanının mutluluğunu eklediğimizde 2023'te neler olabileceğinin hayalini bugünden kurmaya başlayabiliriz.
Kim istemez böyle bir Türkiye'yi?
Bu sorunun yanıtını önce ben vereyim:
Hakkari'ye, Siirt'e, Şırnak'a, Batman'a, Diyarbakır'a giderek kendi insanıyla kucaklaşmaya yanaşmayan, onları ötekileştirerek geleceklerini düşünen siyasetçi istemez.
'Siyasi mefta'ya dönüşeceklerini bilenler, hamaset siyasetini bırakıp çözümün bir parçası olduğunda "Türkiye sevdalısı" diye anılma şansına da sahiptir.
Unutulmamalı ki; başkalarının hayatlarına güneş saçanlar, kendi yaşamlarını da nurlandırır..

-----------------------------------
GÜNÜN SÖZÜ
Düzeltilmesi gereken bir yanlışlık, doğruluktan daha ağır bir yüktür.
D. Hammarskjölk