Araştırınca, sırtını verdiği kayanın arkasında bir mağara olduğunu fark etmiş. Herhalde bu mağarada birileri konuşuyor diye içeri girmiş. İçerde ellerinde kitaplar olan bir grup adamın hem gezindiklerini, hem okuyup hem konuştuklarını, diğer bir grup adamın da bunları yazdıklarını görmüş:
'Bre siz kimlersiniz ve burada böyle ne yapıyorsunuz?
'Ey yolcu, şu gördüklerin ellerindeki kitaptan evlilerin hayatlarını okur, şu gördüklerin de doğacak çocukların kimlerle evleneceklerini yazarlar.'
'Hımmm?!. Acaba sorabilir miyim, benim de birkaç güne kalmaz bir çocuğum doğacak, o kiminle evlenecek?'
'Hay hay, işte burada, ve böylece yazıyoruz, sizin bir kızınız olacak. Evleneceği erkek yedi gün sonra doğacak. Tiflis'te sizin ziyaretine gitmekte olduğunuz tacirin hizmetçisinin karnındadır.'
Bey yalvarmış:
'Bunu değiştirmeniz için size bütün servetimi vereyim, kızımı bir hizmetçi ile evlendirmeyin.'
'Sevgili misafirimiz, biz burada kader icad etmeyiz, yalnızca takdir edilenleri yazarız!'
Bey çılgına dönmüş. Oradan hızla koşup 'siz yazdıysanız ben de bozarım' diyerek atına binmiş ve doğruca Tiflis'e varmış. Orada dostuyla üç gün gülüp eğlenmişler, yiyip içmişler. Bu arada bey o hizmetçiyi gözetler imiş. Üçüncü günün akşamında tacir dostuna:
'Aziz dostum,"demiş, eşim bir hizmetkâr istedi benden. Tam sizin evdeki gibi birini tarif etti. Onu bana hediye eder misin?'
'İyi ama bizim kadıncağız gördüğünüz gibi hamiledir, size pek yararı olmaz.'
'İyi ya işte, bizim de yakında bir çocuğumuz olacak, hem süt annelik, hem hizmetçilik eder.'
'Peki! Madem istiyorsun!..'
Bey hizmetçiyi alıp yola düşmüş. Bir köprüden geçerken, zavallının kalbine bir hançer sokup ırmağa atıvermiş. Gel gelelim kadıncağız son nefesini vermeden can havliyle bebeğini doğurup kıyıdan sarkan otların üstüne bırakmış. Çok geçmeden bir ayı, iki yavrusuyla ırmağa su içmeye gelmiş. Anne ayı bebeğin ağlayışını duymuş. Kendi yavrularıyla birlikte onu da inine götürmüş, beslemiş, büyütmüş. Çocuk üç yaşına geldiğinde, tacir o bölgelerde ava çıkmış. Ayı ininin yanından geçerken çocuğu görmüş ve yakalayıp evine götürmüş. Çocuk zamanla ehlileşmiş, terbiyelenmiş.
Aradan yıllar geçmiş. Horasanlı bey eski dostunu hatırlayıp tekrar ziyaretine gitmiş. Tacir dostunun evinde bir delikanlı ile karşılaşınca şaşırmış. Birkaç gün delikanlıyı izlemiş, hareketlerini, oturup kalkmasını ve konuşmasını çok beğenmiş, hatta aklından kızına kısmet diye de geçirmiş. Sonra tacir dostuna sormuş:
'Aziz dostum, bunca yıldır muhabbetimiz var, lakin bir çocuğunuz olduğunu hatırlamıyorum; maşallah pek iyi yetişmiş, kimdir bu delikanlı?'
Tacir, çocuğun hikâyesini anlatınca Horasanlı bey yıllar öncesini hatırlamış. Çocuğun yaşını hesap etmiş, öldürdüğü hizmetçinin oğlu olduğunu anlamış. Mağaradaki kâtiplerle olan konuşmasını da hatırlamış. O gece bir plan kurmuş. Sabah kahvaltı sırasında tacir dostuna demiş ki:
'Azizim, aileme bir haber göndermem lazım, bir mektup yazayım da bu delikanlı onu götürüversin!'
Ev sahibi kabul etmiş. Delikanlı üç gün üç gece at koşturmuş, gece yarısı Horasan'da beyin konağına varmış, avlusundan girmiş ama o saatte kimseyi uyandırmamak için atını bir kütüğe bağlayıp başında uyuyakalmış. Tesadüf bu ya, ertesi sabah evden ilk evvel beyin kızı çıkmış. Delikanlıyı görmüş. Görür görmez de vurulmuş. Ona yakından bakayım diye yaklaşınca destarının tülbendi arasında düşmek üzere bir mektup görmüş. Mektubu almış, üzerinde babasının yazısını tanımış. Acil bir haber vardır diye de merak edip açmış ve okumuş. Tek cümle:
"Bu mektubu getiren delikanlıyı derhal yakalayıp öldürünüz ve gizlice gömünüz. On gün sonra görüşürüz."
Kız bu güzel yüzde ne gibi bir kötülük olabilir ki, diye düşünürken ona gitgide hayran kalmış ve hemen eve koşup eline diviti ve kâğıdı almış.
"Bu mektubu getiren delikanlıyla kızımın nikâhını kıyın, on gün sonra geldiğimde beni bir düğünle karşılayın."
Sonra... Sonrası kolay ey okuyucu; unutma, kader diye bir şey vardır ve kimse kader kâtiplerinin yazdığını bozamıyor