Prof. Dr. Ayhan Songar ismini bir çok insan iyi bilir. Kıymetli fikirlerinden feyiz aldığımız bu güzel insanın fikir dünyamıza düşürdüğü öyle güzel anekdotlar vardır ki her biri ruh ve gönül dünyamızda derin izler bırakmıştır…

Sizinle paylaşacağımız bu hatıratı, Kıymetli Ağabeyim Mehmet Nuri Yardım’ın “Tarihimizin Güleryüzü” adlı kitabında okuyunca nasıl hüzünlendim, nasıl özlem duydum o güzel hatıralı yıllara, anlatamam.

“Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı’nın kurucusu olan ve otuz dört yıl kürsünün başkanlığını yapan Prof. Dr. Ayhan Songar (1927-1992) bir defasında Trakyalı bir hastasına soyadını sorar. 'Kavgalı' cevabını alınca gülerek takılmak ister:

-Kiminle kavgalısın?

Cevap, Türk insanının olgunluğunu ve kalenderliğini gösterir:

-Kiminle kavgalı olacağız beyim, nefsimizle!..”

Nefis, kibir ve enaniyet ne yazık ki üçü bir arada kahve misali yudum yudum, fincan fincan içmeye doyamadığımız azıklarımız oldular ve onlarsız uyumuyor, konuşmuyor ve hatta evden bile çıkmıyoruz. 

Nefis ve kibrin araya girdiği bütün insani münasebetler maalesef hüsran ve hicranla bitmiştir, bitmeye mahkûmdur. Çok iyi arkadaşlıklar, dostluklar, evlilikler, dava arkadaşlığı bu yıkıcı duyguların tuzağına düşerek zarar görmüş ve tükenmiştir.

Nefis üzerine gerek mutasavvıflar, gerekse din âlimleri çok şey yazıp söylese de nefis ne yazık ki insanın en çok şımarttığı duygu olmuştur.  “Nefis” üzerine galiba en etkili ve en güzel tespiti, Malatyalı Âşık Esirî yapmış:

“Verme iradeyi nefsin eline

Salmaz seni Hakk’ın doğru yoluna

Ecel tığı değer ömrün bağına

Peçen uçmuş aşiyana dönersin”

Hâl böyle iken bütün irademizi ele geçiren kibir, nefis, enaniyet bizi kendimize, fıtratımıza öylesine yabancılaştırmıştır ki kendimizi artık tanımakta zorlanıyoruz. Fıtratımızın iç sesine kulaklarımızı tıkayan nefsimizin elinde birer oyuncak gibiyiz her birimiz.

Kavga ediyoruz. Herkesle, her şeyle, kendimizle, eşimizle, olmadı bilgisayarda hiç yüz yüze gelmediğimiz, tanımadığımız insanlarla kavga ediyor, tartışıyor, hakaret ediyor ve insanlara türlü acılar yaşatıyoruz.

Öyle bir zamandayız ki dünya âdeta küçücük bir köye evrildi, dönüştü. Bir tuşla artık herkes, herkesin mahrem-i esrarında gezinme merakında ve telaşında. Seküler hayat tarzını benimsemiş insanlara diyecek bir sözüm olamaz elbette zira dayandıkları bir referansları yok mamafih kendini muhafazakâr addeden bir kimsenin kul hakkına riayet etmesi gerekmez mi?

İnsan bir dünyadır, eşref-i mahlûkattır, onu incitmek, üzmek, hakkına girmek ve en kötüsü de iftira etmek ne acıdır, ne büyük utançtır ve ne hüzün vericidir!  Alvarlı Lütfü Efe, “İncitme” şiirinde bakınız ne diyor:

“Felekte hâsılı insan isen bir cânı incitme
Günahkâr olma Fahr-i Âlem-i zî-şânı incitme”

Oysa ölüm var!

Dünya kurulalı dünyanın aldatıcılığını hep ölüm bozmuştur. "Yarın ölecekmiş gibi ahiret hayatına, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya hayatına yatırım yapmak” düsturunu bilsek de iki yakamızdan çekiştiren nefsimiz, sadece dünya için bizi şekilden şekile, hâlden hâle sokmakla kalmayıp Âşık Esirî’nin dediği gibi ahiret hayatımızı da berbat eylemektedir:

“Bu felek oncasın eyledi berbat

Hiç gelip geçenden olmadım irşad

Neyidi cihana gelmekte murat

Esirî der lâmekâna dönersin”

Sahiden…

Bu dünyaya gelmekte muradımız ne idi?..