Arab'ın putperest şâirlerinden Velid bin Mugire, Nahl Sûresi'nin 90. âyetini Peygamberimizden dinlediğinde duygularını şöyle dile getirmişti:
"Vallahi onun okuduğu sözden daha üstün söz olamaz! O, bir nurdur. O'nun öyle bir tatlılığı var ki, sanki kökü çok verimli toprakta, bol sulu bahçelerde, yükselen dalları etrafa gür salkımlı bir hurma ağacı O. Çünkü O, öyle büyüleyici bir sözle gelmiştir ki..."
Vaktiyle bir Arap şairi de, bir sayfa yazıda bütün edebî sanat inceliklerini göstermiş ve konu bütünlüğünü bozmayacak şekilde metnin arasına bir hadîs-i şerif ve bir de ayet-i kerime yerleştirmiş. İslâm'dan ve Kur'an'dan haberi bulunmayan, ama Arabî bilgisi kuvvetli olan birkaç kişiye "Bunlar bir şairin sözleridir." diyerek okutmuş. Okuyan kişilerin hepsi hadis-i şerife gelince durup "Bu bölüm yukarısına benzemiyor, burada sanat daha yüksek." demişler. Sıra ayete gelince ise hepsi hayretler içinde "Burası hiçbir söze benzemiyor; mana içinde mana yüklü, hepsini anlamaya imkân yok." demek zorunda kalmışlar.
Üç ayların başladığı şu günler aslında Kur'an-ı Kerim'in 1400. yılının da geçip gitmekte olduğunu bize gösteriyor. Ne devlet olarak, ne üniversite, ne STK, ne de kişisel gayretlerle hemen hiçbir şey yapamadığımız 1400. yıl. Birkaç gönüllü mü'minin büyük gayretleriyle başarılan küçük organizasyonlar da olmasa herhalde Kur'an bize küserdi. O Kur'an ki edebî inceliklerini lâyıkıyla anlayabilmek için pek çok ilim dalında vukuf kesp etmek gerekiyor. O Kur'an ki kelamını anlamaya yalnızca lügat, sarf, nahiv, mantık ve tefsir ilmi değil, çok çok da bedî, beyan, maanî ve belâgat anlamak gerekiyor. Bütün bunlar bilinince belki bir ayetin edebiyat sanatı ve dil açısından künhüne vâkıf olunup mucizevî manası ile yüz yüze gelinebilir. Çünkü Kur'ân-ı Kerim'in mucizelerinden biri ve başlıcası lisanında gizlidir. Kur'ân lisanının dış musikisi yumuşak seciler, yarım kâfiyeler, iç kâfiyeler ve aliterasyonlarla sağlanmış görünür. Birçok âyetlerin ortasında yumuşak bir kolaylıkla sıralanmış seciler, Kur'ân-ı Kerim'in sesini musiki sanatındaki ses tekrarlarıyla birleştirir. Kevser, İhlâs ve Nâs sûreleri gibi kısa sûrelerdeki aliterasyon ve kâfiyeler kadar Rahman Sûresi'ndeki türden bir nakarat saltanatı içinde indirilmiş sûreler, bu musikî hamlelerinin açık örnekleridirler. Bütün bu özellikleriyle Kur'an bir mucize, bir kelam, bir nazm-ı İlahî'dir ki ona bu sebeplerden dolayı biz yalnızca Kitap deriz. Başka kitaplar için cins ad olan kelime burada özel ad olur ve bütün kitapları temsil eder. Çünkü o kitap adının içinde kutsal bir anlam mevcuttur ve kitapla ilgili diğer bütün kelimeler bu kutsallık içinde anlam kazanırlar. Nitekim kitap ehli (semavi dinlere inanan), kitaba el basmak (Kur'an üzerine yemin etmek), kitapta yeri olmak (bir meselenin Kur'an hükümlerine uygun bulunması), kitap açmak (bir fal-i hayr için Kur'an'dan tefe'ül etmek), kitapsız (küfür üzere bulunup Kur'an'a inanmayan kişi), kitab(ın)a uydurmak (bir meseleyi hile-i şer'iyye ile Kur'an hükümlerine yatkın hale getirmek) gibi bütün deyimlerde kitap adı Kur'an için kullanılmıştır.
Kur'an, 1400 yıl evvel insanlığın edebini yitirdiği bir zamanda gelmiş, insanlığa hem edep, hem medeniyet getirmişti. Nitekim sonraki zamanlarda ortaya konulan bütün sanatlar Kur'an'dan ilham aldığı ölçüde sanata dönüşmüş, bütün güzellik ve estetik değerler Rahmanî bir açıdan görülmüştür. Mimarîden musikîye, resimden plastik sanatlara, şiirden edebiyata hemen her ortaçağ sanatı (tıpkı Hıristiyan dünyada bütün sanatların İncil'e [Bibl = Kitap] yaslanması, sanat ve bilimin adresinin kilise olması gibi) ilhamını Kur'an'dan almış, böylece Kur'an merkezli bir hayat akmıştır. Öyle bir hayatın içinde elbette her şey kitaba göndermede bulunacak ve edebiyatın içindeki edep de o kitabın rengine boyanacaktır. O halde bir kütüphane, gerçek kitabı anlamak için yazılmış diğer kitapların bulunduğu evden; bir kitabe, Kur'an'a adanmış bir ömrün son cümlesinden; bir kâtip, hakiki kitap uğruna yazı yazan bir kişiden; bir mektep, kitabın öğretildiği bir mekândan gayrı nedir ki?!..
Kur'an, bundan 1400 yıl evvel hayatımızı, bütün insanlığın hayatını güzelleştirmek için gelmişti. Ve Cemil Meriç soruyordu:
- Her kavim bir kitaba dayanır; senin kitabın hangisi?