Oslo'da başlayan hamleler peş peşe gelirken, sokaktaki insanın kafası karışıktı! 60 yıldır alınan yenilgiler, aşağılanmalar, ambargolar, krizler gerçeği görmemizi engelliyordu!
Yeni dünyanın temeli bölgede atılırken olaylara hala "Türk'ün Türk'ten başka dostu yok" felsefesiyle bakıyorduk! Devletler kardeş değildir! Akraba değildir! Sonsuz dostluk diye bir şey yoktur! Bütün bunları bilmiyorduk!
Duyguyla yaşıyor, her olaya bize öğretilen ideoloji ile yaklaşıyorduk!
Aklın yerini ezber alınca gerçeklerin gölgesinden uzaklaşıyorduk! Ve en önemlisi bütün dünyanın Türkler'e ve Müslümanlar'a düşman olduğunu sanıyorduk!
Elbette iyiliğimizi istemeyen çok güç vardı! Ama tek düşman biz değildik ki!
Bölgeyi ve Avrupa'yı belirleyen İkinci Dünya Savaşı'na dönüp bakıldığında içinde hiçbir Türk ve Müslüman'ın olmadığı bir tablo görürsünüz! Japonya haricinde bir Doğulu ülke de yoktur! Savaş tamamen BATILILAR'ın kendi arasındaydı! Paylaşım savaşıydı! Yani ezeli ve ebedi bir dostluk yoktu!
Olamazdı da!
Ne yazık ki düne kadar Ankara dünya üzerindeki tarafları net olarak bilmiyordu!
Olanları okuyamıyordu!
Başkentte genel geçer kural "Aman Yahudiler'i kızdırmayalım! Adamlar, Amerikan Merkez Bankası'nı elinde tutuyor! Adımlarımıza dikkat edelim! Oradaki bir AİLEYİ bile öfkelendirsek burada taş üstüne taş kalmaz" şeklindeydi!
Bunun gerçeklik payı yok değildi! Büyük BARONLAR hem 12 Eylül hem 28 Şubat postmodern darbesini yapmıştı! Zaten dünya üzerindeki ilk büyük operasyonları 12 Eylül olmuştu!
Bu baronlar Amerikan devletine rağmen iş yapan bir güçtü! Dünyanın neresinde KÂR varsa bunlar alırdı!
Ticareti FAİZ üzerinden götürürlerdi! Birçok ülke resmen avuçlarındaydı! Baronları güçlü kılan paralarından çok akıllarıydı! Her türlü operasyonu, kullandıkları istihbarat örgütleri ve medya aracılığıyla yaparlardı... Paranın açamadığı kapı yoktu onlar için...
Mesela 12 Eylül, Demirel'i götürürken solcular ayaktaydı! Hedeflerinde Süleyman Bey vardı!
Oysa Demirel, Cumhuriyet tarihinde Sovyetler'den en çok yardım alan isimdi!
Normalde bunu alkışlaması gereken SOL tam tersini yapıp manşetlerle ve sloganlarla iktidarı deviriyordu! Süleyman Bey'in de dili yandığı için aynı tuzağa bir daha düşmüyordu! Bu nedenle 28 Şubat'ta eskiden kendisi gibi düşünen Erbakan'a değil de darbeyi yapan tarafa yeşil ışık yakıyordu! Bu güç kimsenin ideolojisine karışmıyor, tek şart ileri sürüyordu: Bana çalışmayan gider! Öyle de oluyordu zaten!
Yıllarca bizi titreten "laiklik tehlikede" ya da "irtica geliyor" sloganları yapay yolla yetiştirilen korkulardı! Çünkü her olaya, ait olduğumuz KAMPTAN bakıyorduk!
Ne SOL'un, ne de SAĞ'ın kime hizmet ettiğini göremiyorduk! Ama iş slogana gelince mangalda kül bırakmıyorduk! Kafamızdaki konfor bozulmasın diye AKIL'a hiç müracaat etmiyorduk! Türk-Kürt, Alevi-
Sünni, Laik-antilaik formalarını giyerek ayrışmayı körüklüyorduk! Bizden istenen de buydu zaten!
Oysa biri çıkıp da "Arkadaş ÇİN komünist!
Ama nasıl oluyor da bize hükmeden BARONLAR orayı dünyanın en büyük kapitalist arenası haline getiriyor?" diye sormuyordu!
Baronlar dev bir güç meydana getirirken biz hala "Türk-Kürt nasıl barışa koşacak?" sorusuna cevap arıyor, başörtüsünün tanımı ve kullanım alanları ile uğraşıyorduk!
Birilerinin dağıttığı üniformaları giyiyor, ama kime hizmet ettiğimizi bilmiyorduk!
İdeolojilerin DÜŞMAN olamayacağını göremiyorduk! Kuklacıyı pas geçiyorduk! Ezbere yeniliyorduk!
KÖR olan Ankara da bunu görmüyordu!
Tek tük gören olmadı değil!
Ama onlar da DERİN KONSEY'in kararlarıyla ortadan kaldırıldı! Baronların masası ortadan kalkınca ne faili meçhul kaldı, ne de toplumu sarsan olaylar!
Ankara'daki ilk önemli hamle buydu! Bu işlem bitince sıra ülkenin kanını emen KÜRT sorununa gelebildi!
Oslo'da hayal kırıklığı yaşansa bile Ankara ısrarla Kürt meselesine asıldı! Şimdi yapılan ise Öcalan üzerinden mesafe almak! Bütün bunlara rağmen çok kişi hamlelerin altında TÜRK AKLI olduğuna inanmak istemiyor, başka bir güç arıyor!
Oysa Türkiye senaryoyu ele geçirmişti ve gereğini yapıyordu...
Dünya üzerindeki bütün ARTI PARALARI götüren patronları hedefe ilk koyan Amerika oldu!
İletişim, petrol ve silah sanayi gibi sektörleri elinde tutanlar "Bir grup ürettiklerimizden fazlasını kazanıyor! Üstelik hiç de riskleri yok" diyerek kazan kaldırdı! Bu milattı!
Bunun üzerine Ulusal Amerika kendisine asla rakip olamayacak Rusya'yı dengenin bir ucuna koydu! Ruslar, silah ve asker olarak önemli ancak sanayi-üretim anlamında çok zayıftı!
Avrupa ise tam tersiydi! Sanayide Amerika'nın tek rakibi olsalar da orduları zayıftı! Yeni düzende sağlam bir dayanak noktasına ihtiyaç vardı! Hem Ulusal Amerika, hem paradan para kazanan Amerikalı patronlar, gözünü Türkiye'ye dikti! İki güç için de Türkiye olmazsa plan suya düşüyordu! Bush'la girdikleri Irak ve Afganistan, "Nelerin olamayacağını" Washington'a göstermişti! Baronlar da yıllarca ümüğünü sıktıkları Türkiye'nin emirleri dışına çıkacağını tahmin etmiyordu!
Ankara bir yandan patronları zengin eden FAİZ'den kurtulmaya çalışıyor, bir yandan da Amerika'ya elini göstermek istemiyordu!
Ama ikisinin de kendisine olan ihtiyacını anlamıştı!
Son 6-7 yıldır içeride yaşanan fırtına iki gücün Başkent'ten çıkmama savaşıydı!
Ve Ankara ilk kez savaşın TÜRKLER dışında olduğunu görmüştü! Savaş MEZOPOTAMYA'da olacaktı! Ama eli silahlı PKK ve Ankara'ya sıcak bakmayan Kürtler sorundu! Pazarlık şansını düşürüyordu! İşin içinde ÇIRAK çıkma ihtimali vardı!
Bu nedenle Türkiye sınırları dışında yaratılan bütün İDEOLOJİLERE mesafe konuldu! Bizi yönettikleri sihirli sopalar ellerinden alındı!
Oyun kurmanın şartları belliydi! Güçlü ekonomi, güçlü ordu ve kalabalık nüfus!
İşte Türkiye şimdi Kürtler'in elinden tutup yarına koşuyor! Enerji ve nüfus bir araya geldiğinde, hem Merkez Bankası hem ordu rakipsiz hale gelecek!
Bu da Ankara'nın yazdığı senaryo!
İnanmayanlar sabırlı olup biraz beklesin!
NOT: Bir soru;
Eğer Ankara bölgede seyirci ise o güçlerden biri neden kuvvetli bir muhalefet çıkarmıyor? Güçleri mi yetmiyor, yoksa Ankara mı engelliyor! NE?