Son zamanlarda her konu ilgili-ilgisiz toplumsal tartışmalara yol açacak hale dönüştürülmeye çalışılıyor. Bunda da başarılı oluyor birileri.
Bir anda garip bir cinayet, bir kadın olayı veya bir çocuk konusu veya bunların dışında bugüne kadar hiç milletin gündemine girmemiş sıradan bir olay günlerce toplumsal tartışma ve toplumsal kaosa döndürülebiliyor.
Adeta toplumun hafızası ve melekeleri ile alay eder gibi ajitasyon hünerleri sergileniyor. Hiç alakasız olaylar bir biri ile karşılaştırılıp toplumun mantıklı düşünmesine fırsat bile tanınmadan farklı yönlere çekiliyor.
Hatta gelişmeler gerçek yönlerinden uzaklaştırılarak tam bir manipülasyon havasına sokuluyor. Aslında bu yöntemi çok iyi tanıyorum. 1980 darbesinden sonra liseli yıllarda Türkiye’nin gündemi her hafta her ay sürekli irtica idi. Bütün gazeteler neredeyse her gün sütunlarına toplumun geleneksel yaşayışının içinden sıradan konuları bulur irticaya bağlar manşetlere çekerdi.
Bu işi o dönemin gazeteleri o kadar abartılarki irtica üzerine sürekli haber yapan gazeteci ve muhabir kadroları oluşmuştu.
Balıkesir’in sıradan bir köyünden çıkıp gelmiş amacı okumak olan biriyiz ve konulardan bihaberiz o dönem. Bu irtica konuları gerçekten hem gelenek ve göreneklerimiz ve kültürümüz açısından hem dini açıdan hem de okuduğumuz İmam Hatip Lisesi açısından her gün gündemdeki irtica haberleri bizleri rencide edecek düzeyin üzerindeydi.
Neredeyse okulda öğrendiğimiz her şey gazetelerin gündemine göre irticanın konusu. Aslında ilk kez imtihan kılavuzunda adını duyduğum Basın-Yayın Yüksek Okulu Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü’ne girip gazeteci olmaya o nedenle karar verdim.
Aradan yıllar geçtikten sonra hafta içi bu irtica haberlerine en çok konu olan Anavatan Partisi iktidarlarının meşhur Milli Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler ile sohbet etme imkânı buldum. Konu bugün yaşanan tartışmalardan açılınca kendi dönemindeki ve benim liseli yıllardaki irtica gündemlerini hatırlattım. Vehbi Bey o dönemdeki irtica haberlerinin tamamının uydurma ve mizansen olduğunu vurguladı.
Gazetecilik okumaya başlayıp işin içine girince bu işlerin nasıl yapıldığını bizlerde zaten öğrenmeye başlamıştık. Hatta bugün hatırlayan pek yoktur. Bir dönem birlikte çalışmaktan keyif aldığım Gazeteci ve Yazar Tamer Korkmaz’ın “Yalan haber dosyası” isimli hazırladığı kitapçığı hiç unutmam. Bu kitapçık özellikle irtica konusunda uydurulan mizansen haberleri araştırıp belgeleri ile gerçeklerini ortaya koyunca bu tür haberler azalmıştı.
Aslında durum hiç değişmedi. Sadece farklılaştı. Bugün de irtica konusu değil ama farklı konular gerçeğinden uzak bir mecrada aynı alışkanlıklar ve aynı üslupla devam ediyor.
Son bir haftadır Manavgat’ta başlayıp Akdeniz ve Ege bölgesinin farklı bölgelerinde devam eden orman yangıları hakkında başlatılan tartışmalarda kimin doğru kimin yanlış söylediği bir birine karıştı. Bu yangınlarla birlikte THK uçakları ile ilgili iddialar, yangınların çıkışı hakkındaki manipülasyonlar toplumsal kaosu körükleyecek düzeye ulaştı. Yangınlarla ilgili terör örgütü üzerinden çıkarılmaya çalışılan toplumsal kargaşa aleni olarak ortada.
Bugün gelinen noktada Türkiye’yi de yakacak şekilde orman yangınları küresel bir kaosun alevlerine dönüştürülmek istendiğini görmek gerekir. Türkiye ile birlikte dünyanın farklı yerlerinde devam eden orman yangıları yönetimlerin acziyetine dönüştürülmek istendiği açık.
Orman yangınları ülkenin ciğerlerini yakıyor. Bizlerinde canları yanıyor. Bu konuda öyle görülüyor ki Orman Bakanlığı’nın gayretlerine ilave olarak ilgili diğer kurumların desteği zamanında ulaşmadığı görülüyor.
Özellikle askeri birliklerin elinde yangın söndürme konusunda büyük imkânlar olduğu biliniyor. Artık bu imkânların orman yangınlarını söndürmek için devreye konulması şarttır. Zaten bugüne kadar neden beklendiğini anlamak imkânsız.
Kalın sağlıcakla…