Yanımızda bir yangın var ve bütün dünya bu yangına benzin dökme peşinde. Bir kısmı da uzaktan seyrediyor. Hepsi yangın sonrası ortaya çıkacak enkazdan pay almaya odaklanmış. Yangını söndürmeye çalışanlara engel olma ayrı bir durum.
Oysaki bu yangın bizim yanımızda. Evimizin dibinde. Yan odamız da. Külleri tepemizden aşağı dökülüyor. Yayılan korları çatılarımıza düşüyor. Alevleri canımızı yakıyor. Bu yangından kurtarılması gereken canlar var.
Bu yangın yanımızda devam ederken ne yaparsınız? Bizim evde, bizim bahçede değil mi dersiniz? Hele bu yangının sizin eve sıçraması tehlikesi varsa. Kaldı ki mahallenizde, beldenizde bir yangın çıksa, evinizi damınızı tehdit etmese bile bigâne mi kalıyorsunuz? Elinizde bir kova su dökme imkânı bulduğunda dökmüyor musunuz?
Çevremizde ki yangına karşı yaşadığımız manzara hiç hoş değil. Bir taraftan yanımızdaki yangınlarla uğraşırken bir yandan da bu yangınlara içimizde müdahale etmemizi eleştirenler var. Gözlerinin önünde ABD’si, Rusya’sı, Çin’i, İran’ı ellerinde benzin bidonları yangına körükle giderken bunlar için ‘ne işiniz var burada’ diyemezlerken…
Açıkça yazmakta sakınca görmüyorum. Türkiye Ortadoğu coğrafyasında yaşananlar karşında kendine özgü stratejik belirlemeye çalışırken, buna karşı tepkilerin içerden gelmesi çok garip. Temmuz ayından bu yana tekrar hortlayan bölücü terör olayları, Ankara’da İstanbul’da patlayan canlı bombalar sizce tesadüfî mi? AK Parti içinde oluşturulmaya çalışılan muhalif hareket de dâhil.
Temmuz ayından bu yana Güneydoğu Anadolu bölgemizde özyönetim teranesi altında devam eden olaylarda 300 ün üzerinde şehidimiz var. Olaylar devam ediyor. Bu olayların başladığı zaman dilimine yakından bakmak lazım. Kobani’ye sahip çıkılmadığı bahanesi ile başlayan olaylar Türkiye’yi 6 aydır oyalıyor. Şırnak’ta, Diyarbakır’da yaşananlar ortada. Aynı zamanda Suriye’de Türkiye sınırına paralel bir koridor açma gayretleri ne hikmetse ABD ve Rusya’yı aynı cephede omuz omuza getirdi. Kobani’de bizi kurtarın diyenler, kurtarıldıktan sonra elimizi-ayağımızı ısırmanın peşine düştüler.
Son günlerde siyasette önemli gelişmeler yaşanıyor. 1 Kasım seçimleri sonrası yeni anayasa ve başkanlık sistemi konusundaki girişimler gündeme düştü. Meclis’te yeni anayasa uzlaşma komisyonu kurulması ile dağılması bir oldu. Toplumsal yapının aksine özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yarayacağı düşüncesi ile Başkanlık sistemi ve yeni anayasa konusunda ciddi bir cephe oluştu. Bugünkü konjonktür de bu Meclis’ten yeni anayasa ve başkanlık sisteminin geçmesi imkânı bulunmuyor. AK Parti içinde bile bir direnç olduğunu söylemek yalan olmaz.
MHP’de Meral Akşener konusunda gelişmeler var. Mart ayı ortalarına kadar bazı durumlar netleşir. Siyasette şu an dengeleri etkileyecek tek gelişme Meral Akşener’in MHP’nin başına geçmesi olur.
Abdullah Gül’ün başını çektiği ve oluşturulan 10’larca özel büroda devam eden çalışmaların yakın zamanda pek meyve vereceğini düşünmüyorum. Fakat siyasetin parçalanmasına katkı sağlayacağı aşikâr. Bu ekibin en büyük handikabı eski siyasetçi olup tepkici bir çizgi izlemeleri. Fakat bu ekibin sonunda Meral Akşener çevresinde toplanması gündeme gelebilir. Başka türlü AK Parti’den adam koparamazlar.
Gül’ün çevresinde oluşan ekiplerin tek eleştiri noktası Suriye politikası. Özellikle Başbakan Ahmet Davutoğlu ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın PYD’ye ABD’nin destek açıklamaları üzerine koyduğu tavır üzerinden Gül ekibinin kulislerde verdiği tepki dikkatimi çekti. ABD’ye dayılanmanın zamanı olmadığı gibi garip bir yaklaşım.
Özetleyecek olursak Ortadoğu’da güçlü olmamız gereken bir dönemde bir taraftan bölücü terör olayları bir taraftan AK Parti içindeki muhalefet Türkiye’nin cephesini genişletiyor.