Allah rahmet etsin Batman’da vatani görevi sırasında şehit olan biricik kardeşim, can dostum Ahmet İnal’ın babasının ayakkabıcı dükkanı vardı çarşı merkezinde.
Lise yıllarında orada takılır, dükkanın önündenki ıhlamur ağacından toplanarak demlenmiş ıhlamurlara yarım limon sıkarak içerdik.
Bol bol lastik veya naylon ayakkabı satılırdı. Sandık sandık modeller vardı. Belki de dükkanın yarı cirosu bunlarla olurdu.
Genelde rastladığım sahnelerden biri de şu oluyordu:
Aşağıda fotoğrafta görmüş olduğunuz lastik ayakkabının içi astarlı. Bu lastik lükstü. Astarsız yalın lastik ayakkabılar ucuz olduğu için daha çok satılırdı. Hatta ayağına göre astarsız lastik bulamadığı için ve astarlıya parası yetmediği için alamayıp başka dükkana gidenler olmuştu.
Bağa bahçeye giderken çok giydim bunlardan. Ayaklarını kapkara yapması ve hava almaması haricinde en güzel tarafı ayağına vurduğu yerden azıcık kesip topuk kısmını daraltabiliyordun.
Çocukluğumuz ise delikli naylon ayakkabı ile geçmişti. Düz model almak yerine, tokalılarından almak isterdik. Özenirdik. Ama düz alırdı babamız. Bu naylon ayakkabıların da en güzel avantajı altının tırtıkları aşındıysa eğer kış aylarında karda ve buzda kayak yapmak için süper olmasıydı. (Ayaklarının soğuktan morarmasını saymazsak)
Biz mumla ders çalışmayı da, gaz kambasıyla oda oda gezmeyi de, tüplü lüks lambasının hakketen lüks bir aydınlatma aracı olduğunu da bilen nesil olarak çok şey gördük sanırım.
Başka söze hacet yok…
Aklına gelebilecek tüm elektirikli aksiyon ve kullanımların (dolap, derin dondurucu, fırın, ütü, çamaşır ve bulaşık makinası, dev televizyonlar, bilgisayar, aydınlanma, her türlü şarj vs) bedeli olarak günlük sadece 10 tl gelen faturaya isyan eden nankör bir topluma döndük.
Ama…
Marka’dan asla vazgeçmeyen ve 3- 5 yazlık, 3-5 kışlık ayakkabı modelini az bulup her 2 ayda 1-2 bin tl ayakkabı parası vermeyi de gayet normal karşılar olduk. Hatta imkanımız olsa daha da fazla vereceğiz.
Dimi?
Şaka gibi.…