SEVGİDE TERCİH İMKANI..

Bunlardan birincisinin aşırı şekline aşk, ikincisinin aşırı şekline düşmanlık denir. İnsanlığın hamuru, varlığın mizaca uygun gelenine karşı sevgi, mizaca muvafık olmayanına karşı da nefret hissiyle yoğrulmuştur.
Burada mizaca her uygun geleni güzel bulduğumuz halde, mizacımıza uygun gelmeyenlerin tamamını çirkin kabul edemeyiz. Bizim bir şeyi güzel veya çirkin bulmamız için onu öğrenmemiz, onun bilgisini edinmemiz gerekir. Bilmenin ise çeşitli duyular vasıtasıyla olduğu ve insan dimağına lezzet olarak yansıdığı kabul edilir. Yani biz önce bir şeyin lezzetini alırız, sonra mizacımız ona meyleder, onu sevmeye başlar. Gözün güzel yüzleri veya manzaraları görüp (yani bilip) lezzet alması, aynı şekilde kulağın güzel seslerden, burnun güzel kokulardan, dilin güzel yemeklerden lezzet alması ve sonrasında onu sevmesi gibi. Duyuların bilgiye dönüştürdüğü şeyler mizacımızı etkiler, eğer lezzet almışsak bize güzel görünür, onları severiz. Ama bütün bu sevgilerden daha ulvi olanı kalbimize giren sevgidir ki bunu biz basiretimizle kavrar, gönlümüzle hisseder ve gözümüzde yahut midemizdeki sevgilerden daha etkili biçimde taşırız. Gel gelelim, sevginin bu türlüsü belli bir bedel ödetir, bizden karşılık ister. Bir gün Hz. Peygamber’in huzuruna bir bedevi gelip “Ya Rasulallah, seni çok seviyorum!” deyince Efendiler Efendisi, “O halde fakirliğe hazır ol!” karşılığını vermiş; aynı adam “Allah Teala’yı da çok seviyorum!” dediğinde de “O halde belaya hazır ol!” tembihinde bulunmuştur.
Dünyada sıradan bir sevgiyi bile bir bedel ödeyerek hissedebiliyor ve üstelik de buna gönüllü oluyorsak sevgi insanın dünya hayatındaki asli unsuru sayılır. Sevgisiz yaşayamadığımız bu yüzdendir. O halde mizaçlarımızın algısına göre sevginin katmanlarından söz etmek abes olmayacaktır. Bu da sevgi hakkında bildiklerimiz, yaşadıklarımız, tecrübe edip biriktirdiklerimizin, sevgiyi hissetme çıtamızı belirlemesine yol açar. İşini seven kişiyle, eşini seven kişi, beyazı seven kişiyle siyahı seven kişi aslında birer tercihin karşılığı olarak mizaçlarındaki sevgi açlığını gidermekte, üstelik de bunları gönülleriyle ilişkilendirdikleri oranda takdir olunmuş bedelleri ödemektedirler. Hani nasıl diyelim, fotoğrafçı çırağı ile ressamı karşılaştırmak, işkolik adamla aile reisini ayrı ayrı düşünmek veya kumarbazın kumar sevgisiyle, alkoliğin içki düşkünlüğünü kıyaslamak gibi. İster iyiye yönelik olsun, ister kötüye, kalbe giren her sevgi belli bir bedel ile karşımıza gelir. Hani anlatılır, Hz. İsa zayıf ve çelimsiz bir topluluğun meclisini görünce sormuş, “Size ne oldu?” “Allah azabının korkusundan bu hale geldik!” demişler. Hz. İsa buyurmuş: “O halde Allah sizi azabından emin kılacaktır!” Başka bir meclise yolu uğramış. Öncekilerden daha takatsiz ve zayıf imişler. Yine aynı soru: “Size ne oldu?” Cevap: “Cennet arzusuyla yanıp tutuşmak bizi bu hale getirdi?” Hz. İsa, “Muhakkak Allah sizi cennetine koyacaktır!” buyurmuş. Nihayet bir topluluğa daha yolu uğramış. Öncekilerden daha zayıf, daha güçsüz… Ancak yüzleri aynalar gibi ışıltılı ve parlak. Soru: “Size ne oldu?” Cevap: “Allah’ın sevgisi bizi bu hale getirdi!” Hz. İsa müjdeyi vermiş: “Sizler muhakkak mukarreb (iyinin de iyisi, Allah’a yakından da yakın) kullarsınız, O’nun cemaline ereceksiniz!”
Herkes bir sevginin karşılığında bedel ödediğine göre düşünmek lazımdır, acaba bedel ödemeye değer en büyük sevgi hangisidir? Dostluk göstermeye değecek en güzel dost kimdir? Sevmeye değecek en muhteşem sevgili nerededir? Mademki yarın mahşer yerinde herkes sevdiğiyle çağrılacak ve ey falancanın dostları, filancanın dostları, ey Musa’nın ümmeti, ey İsa’nın ümmeti denilecek; neden o gün “Ey Muhammed’i sevenler, gelin!” denildiğinde yürüyüp gitmeyelim ki? Peki ya, “Gelin ey Allah’ın dostları, ey Allah’ı sevenler!” denildiğinde Allah’ın cemaline varmayı kim istemez?
İnsan neyi yahut kimi seveceğine karar vermeli!