Ve Eylül’deyiz…

Mevsimler de haddini bilmeli… Tıpkı biz insanlar gibi.

Çiseleyen yağmurlardan sonra sonbaharın da önü açıldı.

Lafın gelişi tabii ki… Mevsimler şaşkın ve yorgun uzun zamandır. Aslında nicedir her günümüz kara kış, zemheri. Her günümüz yas, acı ve elem. Vatana musallat olan eli kanlı, yüreği kara ve ruhu satılmış terör örgütleri günlerimizi, haftalarımızı, aylarımızı ve yıllarımızı bir bir çalıyorlar ömrümüzden…

Adeta…

Yediden yetmişe aynı yaştayız!

Yediden yetmişe aynı yastayız!

Her günümüz sonbahar, her anımız kara kış.

Hayatının baharında toprağa düşen gencecik Mehmetlerimiz, Polislerimiz ve masum sivil insanlarımız giderken aslında bizden de pek çok şeyi yanlarında götürüyorlar. Umutlarımızı, hayallerimizi, sevgilerimizi, merhametimizi, şefkatimizi ve yarınlarımızı da götürüyorlar.

Babası şehit düşen bir çocuk kaç yılda bu hazin kederi unutur?

Ya kocasını kaybeden bir kadın ne vakit dindirir kalbindeki yangını?

Peki, evladını kara toprağa veren bir annenin kaybını bu dünyada bir daha kim geri verebilir?

Bu soruların cevabı yok!

Dedim ya yediden yetmişe yastayız!

Yediden yetmişe aynı yaştayız!

Yaz mevsimi, vatan hainlerinin acı ve korkunç işgal girişimini lanetleyip gitmiş.  Kendini bizlere hiç göstermeden, “sizin beni karşılayacak mecaliniz yok” dercesine geçip gitmiş koskoca yaz, daha yeni fark ediyoruz.

Yaz mevsimi zamanı güz’e emanet edip gitti işte.

Güz bizim edebiyatımızda keder demektir, ayrılık demektir, acı demektir.

Yaklaşık bir yıl önce bir Ak Partili Vekilimiz bendenize bir mail atmıştı. Artık şu siyasi yazılara biraz ara verip edebiyat yazsanız, özellikle de bir sonbahar yazısı kaleme alsanız, demişti. 

Bir siyasinin edebi yazı okumak istemesi harika bir şeydir aslında. O siyaside sanata dair, yaşama dair, yüreğe dair ve insana dair ciddi bir damar olduğunun nişanesidir bu. 

Lakin “Ne demek sayın vekilim, bir sonbahar yazısı mutlaka yazılacak” demiş olmama rağmen o yazı yazılamadı, daha doğrusu yazamadım. Yazamadım zira ülkede bir gün dahi gündem durulmadı, hemen hergün bir derdimiz ve acımız oldu.

Yani edebiyat yapmaya hiç zaman bulamadık…

Zaman bulsak da acı ve kederden mecalimiz yoktu

İşte o Sayın Vekilin mailinin üzerinden tam bir yıl geçmiş. Bir sonbahar tükenmiş, kış gelmiş geçmiş, bahar sezdirmeden tükenmiş, yaz keder içinde düşmüş mevsimin yakasından ve sonbahar dönüp dolaşıp geri gelmiş!

Gündem ise malum…

Ve biz ne yazık ki bu sonbahar daha da kederliyiz, acımız büyük…

Anlıyoruz ki bizim en acil ve en öncelikli mevzuumuz “Vatan, bayrak ve milletimiz” imiş.

Yediden yetmişe yasta olsak da…

Yediden yetmişe aynı yaşta olsak da…

İnşallah bu kara günler geçecek, buna inancımız tam. Ülkemize ve milletimize musallat olan ne kadar vatan haini varsa hepsini ülkeden def edecek ve o hepimizin sevdası yarınki “Büyük Türkiye’yi” hep birlikte inşa ve ihya edeceğiz.

Bu aralar elimde merhum Prof. Dr. Erol Güngör’ün “Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak” adlı kitabı var. Rahmetli Güngör, vatan sevgisinin bir “ahlak terbiyesi” ile mümkün olduğunu söyler şu sözlerinde:

İnsan küçük yaşta vatanın özellikleri tanıtılarak yetiştirilir ve bunlar onun şahsi hatıralarından ayrılmaz bir parçası haline gelirse, zaman geçtikçe bu münasebet soyut bir sevgi ve bağlılık haline gelecektir. Çocuk aile ocağını nasıl seviyorsa vatanını da öyle sevmelidir.”

İnşAllah diyelim.

Eylül bu karmaşık duygular altında kapımı çaldı.

Umarız ki bundan böyle gelecek mevsimler amacını aşmazlar.

Mevsimler de haddini bilmeli ama…

Öyle değil mi?

Meryem Aybike Sinan-Haber7

meryemaybike@gmail.com

Twitter@aybikesinan