Tarihin akışı içinde toplumların yaşadığı birçok olaylar vardır. Olumlu ya da olumsuz, acı, tatlı yüz kızartıcı, onur verici, gururlandırıcı bir yığın olay.
Toplumlar tarihte kalmış bu olayları, olayların türüne göre unutmak isterler ya da sürekli taze, canlı tutmak isterler. Kendilerini gururlandıracak, tarih içinde onları, insanlık değerleri bakımından, fazilet bakımından yükseklere taşıyacak olan olayları yaşamış olan toplumlar, geçmişteki bu olayları sürekli tarihin gözü önünde tutmak için âna taşımaya gayret ederler ki, unutulmasın, yeni nesiller de bu onurlandırıcı olayı bilsinler, tanısınlar gurur duysunlar diye.
Ama bazı olaylar da vardır ki, toplumların yüzünde kara bir utanç nişanı, alnında kara bir leke olarak yapışıp kalmıştır. Bu yüzden kimi uluslar bu utancı tarihin akışı içinde, tarihin tozlu sayfaları içinde kaybetmek için, unutturmaya, ademe mahkûm etmeye çalışırlar. Geçmişte kimi mazlum milletlerin kaynaklarına çökmek, gasp etmek için yaptıkları zulümler, işkenceler, katliamlar, soykırımlar kimi ulusların hiç hatırlamak istemediği olaylardır. Ama ellerindeki bu kan, alınlarındaki bu kir, bu kara leke, bu yüz kızartıcı suç yaftası ne kadar uğraşsalar da boyunlarında ebediyen asılı kalacaktır.
Şükür ki, bizim milletimizin tarihinde böyle yüz kızartıcı sayfalar yok. Aksine asırlarca kıtalar boyu bir şefkat, merhamet ve insanlık medeniyeti inşa etmişler. Altı yüz yıl hüküm sürdükten sonra içeriden ve dışarıdan el ele veren şer odakları yıkmış bu medeniyeti. Osmanlı bakiyesi topraklar üzerinde binlerce şehidimizin canı pahasına son devletimizi kurabilmişiz… Sonra…
Çanlar sustu ve fakat
Binlerce yılın yabancısı bir ses
Değdi minarelere: Tanrı uludur, Tanrı uludur !... (İ.Özel)
Bunu da atlattık bir şekilde ve cumhuriyetin 74.yılına,1997 yılına geldiğimizde, Fransızlar yoktu ama yeniden Sütçü İmamlara ihtiyaç doğdu.
Bizde de işte o günlerde yaşanmış olan, toplumun bir kesiminin unutturmaya çalıştığı, kimileri için acı, kimileri için yüz kızartıcı, utanç verici olaylar, süreçler oldu.
28 Şubat Postmodern Darbe Sürecinden söz ediyorum.
İnsanların insan olmalarından kaynaklanan, doğuştan getirdikleri en doğal hak olan inanç hürriyetine yapılan saldırılar, baskılar o dönemde zirve yaptı. Neler yaşandığını elbet hepimiz biliyoruz, şimdilik tekrar sayıp dökmeyelim.
Zamanın kudretli resmi-sivil üniformalı beyleri, paşaları bugünden baktıklarında, yaptıklarının ne kadar zalimce, ne kadar haksızca olduğunu elbette görüyor, elbette idrak ediyorlar. Bugünün insan hakları bakımından fersah fersah ilerideki bu seviyesinden o günlere bakınca, yaptıklarından utanıyorlardır diye düşünüyorum. Hangi düşünce hizbinden olursa olsun, bugün toplumun büyük kesimi o gün inançlı insanlara yapılan bu zulümleri lanetle anıyor bugün…
Bu nedenle o günlerin baş aktörleri konumundaki asker-sivil bürokratlar, STK’ları, yazar-çizer taifesi, ekonomi baronları, sanatçı etiketli insanları…. O günleri toplumun gözünden uzakta tutmaya unutturmaya, ademe mahkum etmeye çalışıyorlar. Bu, onların bugün toplum içine çıkabilmeleri, hiçbir şey olmamış gibi, hiçbir şey yapmamışlar gibi yaşayabilmeleri için kendileri açısından gerekli bir şey.
Ama inançlı insanlar da en az onlar kadar, onlardan kat kat daha fazla, o günleri yaşamamış olan bugünün gençlerine, bunları anlatmak, yaşananları satır satır anlatmak, neler yapıldığını ayrıntılarıyla anlatmak ve o günleri tanıtmak zorundalar.
Bugün, o günlerde yaşananları bir hikâye gibi dinleyen genç kuşak, bu tür olayların geçmişte yaşanıp bitmiş birer süreç olduğunu zannetmemelidir. Bu zihniyetteki insanların, zalimlerin pusuda beklediklerini, ilk fırsatta aynı şeyleri yapmaktan çekinmeyeceklerini bugünkü kuşağın dili ile onlara anlatmak durumundayız.
Siyasetçiler, bürokratlar, Stk’lar, memurlar, işçiler, sanatçılar, ev hanımları, kadınlar, erkekler, gençler çocuklar, hâsılı herkes ama herkes, bunu bugünün insanlarına, bugünün gençlerine anlatmak zorunda. Bu olayların geçip gittiğini ve asla bir daha geri dönülmeyecek süreçler olduğunu zannetmemeleri hususunda günümüzün inançlı insanlarını tekrar tekrar uyarmak zorundayız. Her kesimin, her meslek grubunun, her sivil toplum örgütünün, partinin, derneğin, cemaatin, grubun, hâsılı inançlı olan herkesin bu konuda üzerine düşen önemli görevler vardır.
28 Şubat Öğrenci Derneği:
İşte bu görevi yerine getirmek için oluşturulmuş bir dernek var: 28 Şubat Öğrenci Derneği. Derneğin https://www.28subatdernegi.org.tr adresindeki sayfasından birkaç bilgi paylaşalım:
‘’28 Şubat’ın özellikle başörtülüler üzerinde bıraktığı travmanın büyüklüğünün anlaşılması için toplumsal farkındalık oluşturmak ve bu mağduriyetlerin giderilmesinde kolektif aklı, vicdanı harekete geçirmek amacı ile 2017 yılında 28 Şubat Öğrenci Derneği kuruldu. Konya merkezli olarak kurulan derneğimiz, darbe döneminde hayatları karartılan mazlum kadınlar için hak arama mücadelesi vermektedir. 28 Şubat’ı unutmamak ve unutturmamak misyonuyla, kırk bir ilde kurduğumuz temsilciliklerle geniş bir yelpazede çalışmalarını kurumsal olarak sürdürmektedir. Derneğimizin kuruluş gayesi; 28 Şubat döneminde başörtüsü mağduriyeti yaşayan ve mağduriyeti devam edenlerin tespit edilmesi, kamuoyuna duyurulması ve mağduriyetlerinin giderilmesi olmuştur.’’
Derneğin bugüne kadar yaptığı çalışmalarla ilgili özet bir bilgi de var sayfalarında: ‘’ Ulusal kanallarda dernek çalışmalarımızı daha geniş kitlelere duyurabilmek amacıyla çeşitli programlara katıldık, farklı basın kuruluşlarına demeçler verdik. Tüm illerde mağdurları tespit ederek envanter çalışması yaptık. Mağduriyetlerin çözümü noktasında Sivil Toplum kuruluşlarıyla istişarelerde bulunduk. Kamu Baş Denetçiliği Kurumu’na mağduriyetimizin giderilmesi için yaptığımız başvuru sonucunda KDK 'dan haklılığımızı onaylayan geniş kapsamlı bir "Tavsiye Kararı "çıktı. Bu doğrultuda sesimizi gerekli mercilere duyurmaya devam ettik. Derneğimiz, 28 Şubat sürecinde mağduriyet yaşamış kadınların engellenmiş haklarının iadesi konusunda gayretle çalışmalarını sürdürmektedir.’’
Derneğin kurucuları, üyeleri ve çalışanlarının tamamı 28 Şubat Postmodern Darbe sürecinde zulümden birebir etkilenen insanlardan oluşuyor.
Bu derneğin Balıkesir'de de bir temsilcisi var: Hatice Nizam. Halen kamuda çalışmakta olan Hatice Nizam Hanım da bu süreçte derinden etkilenmiş olan biri. 1997-1998 döneminde Balıkesir İmam Hatip Lisesinden mezun olmuş. Aynı yıl, Balıkesir Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Fizik Bölümüne 1. olarak girmiş. Ancak 2. yıl okulundan ayrılmak zorunda kalmış. Okuluna ancak 14 yıl sonra çıkan bir afla dönebilmiş.
Yaşayanları Kaleminden:
Hikâyenin kalan kısmını da, Hatice Hanımın ziyaretlerde muhataplarına hediye ettiği Yaşayanları Kaleminden adlı, dernek yayını olan kitabın 117.sayfasındaki kendi yazısından okuyalım:
‘’Birisi Fizikten Bahsedince Gözlerim Doluyordu
…………
Kendi şehrimde fizik bölümünü kazandım. Henüz 1. sınıftayken formasyon eğitimi de alabileceğimizi söylediler. Öğretmenlik hayalimdeki meslekti. Eğitim fakültesinde formasyon derslerini alırken bir kez daha aşık olmuştum öğretmenliğe. Eğitim derslerinde izlediğim filmlerdeki idealist öğretmenler yoluma ışık oluyordu. Onlar gibi olmak istiyordum, ancak nafile…
2. sınıfın başlarında fakültede başladı başörtüsü problemleri. Hakkımızda tutanaklar tutulmaya başlandı. Ben hiç ihtimal vermiyordum daha ileri gideceklerine. Uyarma, kınama, uzaklaştırma derken, önce sınıflara sonra da okula almamaya başladılar.
Bir gün aynı bölümden, bir üst sınıftaki arkadaşımla anlaştık. Okula sabah erkenden girecek, sınıftan da bir daha çıkmayacaktık. Sabah namazından sonra okula gittik. Boş sıralardan birine oturduk. Birkaç saat sonra arkadaşlarımız yavaş yavaş gelmeye başladılar. Bir yabancıymışız gibi bakıyorlardı bize. Başörtüsüyle girdiğimizi haber vermişler. Biraz sonra fakülte sekreteri sınıfa girdi. ‘’Böyle sonuç alamazsanız!...’’ dedi. Meğer dışarıda polisler dizilmiş, kendi isteğimizle çıkmazsak müdahale edip zorla çıkaracaklarmış. Çok büyük bir suç işlemişiz gibi davranıyorlardı bize. Aman Allah'ım! Dışarıda dizilmiş ağır silahlı özel tim polisler bizi bekliyordu. Kolumuzdan tutup bizi hızlıca dışarı çıkaran genel sekreter sakinliğini koruyarak ’’ Tamam, ikna ettim. Lütfen işlem yapmayın, lütfen kötü davranmayın!... diyordu polislere. Daha 18 yaşında neler yaşamışım meğer…
Sonrasında kapılardaki güvenlik görevlileri değiştirildi, önlemler arttırıldı. ‘’Siz vatan hainisiniz!’’ diyordu Bölüm Başkanı. Hava gittikçe soğudu, içimizin ayazı dışımıza vurdu. Bahçede beklemek yerine, artık bir vakıf çatısı altında hemen her gün buluşuyor, çözüm bulmaya gayret ediyorduk. Kitap tahlilleri, Kur'an ve meali, sohbetler, ilmihal akaid, ilmi tartışmalar derken bir dergi çıkaralım dedik. Adı Kum Saati.
…………
Bazı arkadaşlar evlendi, ‘’ Öğretmen olamadım, ama öğretmen eşi oldum.’’ dedi bir tanesi. Bizde buruk bir gülümseme. Bazıları dikiş-nakış, bazıları dil, bilgisayar kurslarına yazıldı. Ben de dil kursuna yazıldım ama aklım bölümümdeydi hala. Birisi fizikten bahsedince hemen gözlerim doluyordu. 2 yıl sonra da evlenenler kervanına ben de katıldım.
Üzerinden yıllar geçti. Sızısını hissetmediğim bir günüm olmadı, en sevdiğim işim, idealim zorla alınmıştı elimden. Sorular, sorular… Ellerimle kurduğum dünya yıkılmıştı üstüme… Hayat neydi, niye yaşardı insan? Niye ölürdü?
……..
Oyuncağı elinden alınmış bir çocuk gibi küsmüştüm hayata. Tüm bu soruları yeniden sormak, kimsenin yıkamayacağı Yeni Bir Dünya inşa etmek, hayatın anlamını bulmak… Meselem buydu artık. Yıllarım bu sorularla geçti. Hayatım arkama dönüp baktığımda, zarif bir dantela gibi olmalıydı, ilmek ilmek işlemeliydim hayatımın her anını.
Hayat devam ederken, hiç beklemediğimiz bir anda aldığımız haberle sevinç gözyaşlarına boğuldum.
Siz Sayın Cumhurbaşkanımız başta olmak üzere, bu işte emeği geçen herkesten Allah razı olsun. Tüm işleriniz rast gitsin. İki cihanda aziz olun inşallah…’’