Herkes konuşuyor, gürültü çok, kendimi duyamıyorum.
Ses kalabalığından düşüncelerime ulaşamıyorum, darmadağınıklar… Ulaşabilsem düzene koyacağım düşüncelerimi, güzel bir şey ortaya çıkacak, biliyorum ama ses, cümle, gürültü trafiği düşüncelerime ulaşmama engel oluyor.
Birini seçeceğim, birilerini seçeceğim.
Din yürünecek bir yoldur, mukaddestir. Bu bakımdan onların hayatlarına bakarak seçebilirim. Elbette benim dinim bana, onun dini de ona ama seçeceğim kişi benim dinimden olsa fena mı? Doğrusu bu değil mi? Ama görüyorum ki herkes, hepsi camide görünüyor, dua için el açıyor.
Bu yol ile olmadı.
Bayrak mukaddestir, bayrakla alakalarına bakayım, dedim. Hepsinin elinde bayrak var, bütün meydanlar bayrak denizi. Biri hariç. O tamam, eledim. Bayraksız olanın vatanı da olmaz. Vatansız o, bana uzak. Evet onu eledim.
Vatan mukaddestir, vatanla bağlantılarına baktım. Vatan herkesin lisanında var. Lisanları ‘’vatan’’a boğulmuş, cümlelerinden vatan taşıyor; kafam karıştı…
Lisanlarındaki vatanın içinde onlardan izi aradım, kimlerin izi var diye. Kim bir çınar dikmiş, kim bağ bellemiş, kim bağban olmuş? Çok şaşırdım: ‘’Vatan’’ lı kelamlar sarf eden bunca insandan büyük çoğunluğunun hiçbir izi yok vatanda, bağda, bahçede, harmanda, ormanda. Ama hepsi de arsızca faydalanıyor vatanın havasından, bağın üzümünden, bahçenin nimetinden, harmanın ekininden, ormanın yeşilinden.
Sadece birileri var tarlada izi olup harmanda yüzü olan. Sadece birileri uğraşıp bakmış bağ olsun dağ olmasın diye.
Biliyorum vatanın temelleri kelam ile ‘’söz’’ ile atılmıyor, ‘’iş’’ ile atılıyor. Vatanı, bayrağı koruyan kale duvarları söz ile örülmüyor, iş ile yükseliyor.
Birileri sürekli konuşuyor yüz yıldır olduğu gibi. Birileri iş yapıyor, işlerini konuşuyor. İşlerini göstermeye çalışıyor gözleri olup görmeyen, kulakları olup işitmeyenlere. Biliyorum, bu, boşa bir uğraş, ama vazgeçmiyorlar, anlatıyorlar. ‘’O halde nasihat et çünkü sen ancak bir nasihat edicisin’’ denmiş onlara, onlar da kendilerinin ‘’ancak ve ancak bir hatırlatıcı oldukları’’nın bilincinde anlatıyorlar usanmadan.
Öyle bir zaman ki bu, şeytanın bile Müslüman sıfatıyla Müslümanlara ait cümleler kurduğu, onları kolayca kandırabildiği bir zaman.
Hadi diyelim münafıkları bilemediniz; elinde küfrün kapkara kılıcıyla kuduz bir mahlûk gibi etrafa zehirler saçan, kara ruhlu mahlûklara, sırf Müslümanca kelimelerden çalıp cümleler kurabildi diye nasıl kanarsınız?
Mescitlerinizden, camilerinizden bilumum secdegâhlarınızdan çıkıp, hayat rehberiniz kitabın başından kalkıp secdegâlarınıza kilit vuranların, onları seyirlik müzeye değiştirenlerin ve kitaba uymak için ona el uzatanları cezalara müstahak görenlerin bayrağı altında nasıl cem olursunuz? Câmi’nin cem’i yetmedi mi?
Gözünüz mü kör, kulağınız mı sağır, kalbiniz mi yok, idrakiniz mi felç?
Dün aynı safta secdeye varıp, bulvarları ‘’Zincirler Kırılsın Ayasofya Açılsın’’ diye hançerelerimiz yırtılırcasına koca koca şehirlerin bulvarlarını birlikte inletmedik mi? Yıllar yılı bu uğurda yürümedik, koşmadık, yazmadık, birlikte uğraşmadık mı? Duvarları, direkleri afişlerle, yazılarla birlikte donatmadık mı? Ve şimdi Ayasofya'nın paslı zincirlerini kırıp milyonlar secdegâhlarına kavuşsun diye orayı seyirlik müzeden Beytullah'a çevirmedik mi?
Nasıl bir şey düştü kafana ki, idrakin bu denli dumura uğradı da, ‘’Ne olmuş açılmışsa? Ayasofya'dan başka cami mi yok?’’ gibi bayağının bayağısı, aşağıların aşağısı bir düzeyden ses veriyorsun!
‘’Çağımız Buhranda, Kurtuluş İslam'da’’ diye bağırırken yanımda sen vardın! Hangi ara, hangi sebeple karşıya geçmiş de bu cepheye ateş ediyorsun?
Kız kardeşin ‘’Tesettür Onurumuzdur’’ pankartını taşırken o pankartın bir ucundan da sen tutuyordun. Bütün uyarılara rağmen eylemi bitirmedik diye tüm hınçlarıyla memurlarını üzerimize saldıklarında, o memurlardan birinin, saçıyla birlikte başörtüsünden tutup sürüklediği, sürükleye sürükleye götürdüğü kız kardeşindi. Görüyorum ki, kardeşini sürükleyen o eller ile tokalaşıyorsun, (pardon) musafaha(!) yapıyorsun.
Sırf sırta verip etten bir duvar örerek özümüzle, sözümüzle, kelamımızla, kalemimizle koruduğumuz, siper olduğumuz kızlarımızdan kimileri, ne garip, kendilerine her türlü hakareti, zulmü reva görenlerle el ele bizim mahallenin evlerini taşlıyorlar büyük bir imanla, inançla ve hınçla…
Ne diyelim gözleri âmâ olan birine ‘’Niçin görmüyorsun ?’’ sorusunu sorma saçmalığına düşmeyeceğiz.
Tüm idrak yolları felç olmuşlara diyecek bir şey var mı?
Müslüman'ın hatasını büyütüp ondan yüz çevirirken, münafığın nifakını, inanmayanın küfrünü görmezden gelenlere söylenecek söz yok…
Vesselam…