Televizyonun karşısından kalkıp çalışmaya başladığımda ilk depremin üzerinden 270 saat geçmişti. Enkaz altından gelen inleme sesi duyulmuş, ekipler iki koldan tünel açma çabası içindeydi. İlk günlerde ve hatta ilk hafta içinde felaketin büyüklüğü, geniş alanda yaygın olmasının kabul edilir mazeretleri vardı. 12. Günde, her kesimden insanlarımızın büyük çabalara rağmen, halen tuvalet ve su sorununun çözülememiş organizasyonun mazeretini kimse söylemesin.
Eskiler mecra derler. Gerçek anlamı “akarsu yatağı,” demektir. Mecazi olarak “bir olayın doğrultusu, bir işin doğal akışı, ana iştigal konusu,” gibi anlamlarda kullanabilirsiniz.
Ben de artık ana mecrama dönmeliyim. Size “Nazire”den, “intihal”den, “tehzil”den söz edeceğim. Bu kelimeleri okuyup, depremde başına kolon mu düştü, demeyiniz. Nezireye, yeni dilde benzek diyorlar. Ünlü bir şiirin, aynı konu, ölçü ve teknikle benzerini yazmak. Bu intihal, yani çalmak, hırsızlık değildir. Tehzil ise, aynı nazire gibi ama alay, şaka, hiciv unsurlarını katarak tersini söylemektir.
Bütün bunların ayrıntılarını çok geniş örneklerini canım hemşerim, kardeşim, örnek bilim adamı Dr. Doğan Kaya için hazırlanan iki dev cilt “Armağan” kitabında yazdım.
Divan ve halk şiirinde gelene haline gelen nazîre (benzek) ile çalıntı, yani intihali birbirinden ayırmak gerekir.
Söz ettiğim gibi nazîre, bir şairin şirine, başka bir şair tarafından tema, şekil, ölçü, hece, kafiye, ayak, uyak sistem bakımından benzer yani benzek şiir yazmadır.
Klasik Türk şiirinde nazîre yazan şaire “nazîre-gû” ya da “nazîre-perdâz” denilmiştir.
Nazîrelerin örnek alınan şiir kadar güzel olmasına dikkat edilir. Nazîrelerin olumsuz anlamda olanlarına nakize denir.
Nazîre yazmak yazan için de, yazılan içinde bir onur, bir iltifat olarak görülmüştür.
Size nazirenin kökeninden, tarihinden söz edecek değilim. Yalnızca bir örnek vereyim, vereyim ama, yine burnumu siyasete, eleştiriye soktuğumu sanmayınız. Hani derler ya: “Ben bir garip çingeneyim, gümüş zurna neyime.”
Aşık Veysel’in sazı için söylediği ünlü şiiri bilirsiniz:
“Ben gidersem sazım sen kal dünyada
Gizli sırlarımı aşikâr etme
Lal olsun dillerin söyleme yada
Garip bülbül gibi ah ü zâr etme
Gizli dertlerimi sana anlattım
Çalıştım sesimi sesine kattım
Bebe gibi kollarımda yaylattım
Hayali hatır et beni unutma
Bahçede dut iken bilmezdin sazı
Bülbül konar mıydı dalına bazı
Hangi kuştan aldın sen bu avazı
Söyle doğrusunu gel inkâr etme
Benim her derdime ortak sen oldun
Ağlarsam ağladın gülersem güldün
Sazım bu sesleri turnadan m'aldın
Pençe vurup sarı teli sızlatma
Ay geçer yıl geçer uzarsa ara
Geyin kara libas yaslan duvara
Yanından göğsünden açılır yara
Yar gelmezse yaraların elletme
Sen petek misali Veysel de arı
İnleşir beraber yapardık balı
Ben bir insanoğlu sen bir dut dalı
Ben babamı sen ustanı unutma
Evet bu şiiri bir cebinize koyunuz. Günümüzde birisi çıkıp buna nazire yani benzek yazmaya kalkışır mıydı? Olabilir. Ama, hiciv unsurları katıp, biraz da tiye alır mıydı? Hayır o gün, bugün değil.
Diğer cebinize yukarıdaki şiirin “nakize”sini yazıp koymanız mümkün:
“Ben gidersem sazım sen kal dünyada
Başıma geleni aşikar eyle
Kırılsın tellerin vermesin seda
Duysun cümle alem ahüzâr eyle
Gizli değil derdim sen de anla
Çaldılar çırptılar hamamla hanla
Ömrüm bitti işim kalmadı canla
Unutma bunları intizâr eyle
Bahçede dut idin gölgen yeterdi
Senden kalkan bülbül güle giderdi
Rengarenk mis gibi çiçekler biterdi
Yeniden yeşersin bergüzâr eyle
Ben enkazda sazım duvarda kaldın
Feryat figanıma tanığı oldun
Ağladım ağladın gülerdim güldün
Gayrı bu dünyayı elemkâr eyle
Ay geçer yıl geçer uzar da ara
Çıkar karaları olma avara
Gün gelir sahibin düşerse dara
Vefa çınarına bir nazar eyle
Sen petek misali ustan da arı
Gülerdik oynardık yapardık balı
Ben ihmal kurbanı sen bir dut dalı
Yaşasın hatıram gülizar eyle
*
Nazire, nakize iyi has ama, Allah şiir araklayıcı intihalcilerden, çimentoyu, demiri çalıp çırpan, milletin evinin başına yıkılmasına sebep olan katillerden korusun.