Bir zamanlar demir perde ülkeleri vardı.
Sonra ne olduysa oldu, dünyaya kapalı olan perdeli ülkelerin perdeleri birden kalkıverdi.
Artık emperyalist büyük güçler için yeni bir oyun alanı ortaya çıkmıştı.
ABD, Avrupa Birliği ve Rusya oyunda çoktan yerlerini almışlardı bile.
ABD, AB bir tarafta, Rusya oyunun diğer tarafındaydı.
Oyunun bir de amacı vardı haliyle; “Demokrasi getirmek…”
Ülkelerin pazarlarını yabancı yatırımcılara açtığınızda ve ekonomilerinin kontrolünü çok uluslu dev şirketlere verdiğinizde demokrasi(!) getirmiş oluyordunuz.
Bunun için;
Ülkelerin ekonomilerini kendilerine göre yeniden şekillendirecek, Batılı sermaye grupları ve hükümetler tarafından finanse edilen İMF’ye…
Bir de bu çabalarına karşı çıkan hükümetleri yabancı yatırımcılara açacak politikalar benimsemeye zorlayacak, nükleer silahlarla donatılmış askeri güce ihtiyaç vardı.
Demokrasi getirirken “ya hep ya hiç” anlayışıyla; ülkelerin kültürel, etnik, dini ve dilsel bağlarını ortadan kaldırmakta tabi ki bir sıkıntı yoktu…
Böylesine anlamlı(!) bir davaya kim karşı çıkabilirdi ki?
O ülkede iç savaş…
Şu ülkede darbe…
Bu ülkede işgal…
Ülkelerin hangileri olduğunu da siz bulun.
Şu anki haliyle dünyamızın düne göre daha tehlikeli bir durumda olduğunu düşünüyorum.
Uluslararası ilişkilerin bıçak sırtı olduğu…
Sınırların kapatıldığı…
Savaştan kaçan milyonlarca insanın ülkelerini terk ederek, sığınacak yer aradığı…
Mülteci kamplarının çoğaldığı…
Devletlerin birbirini nükleer bombalarla tehdit ettiği…
Sadece Suriye’de, Afganistan’da, Ukrayna’da değil,
Dünyanın her yerinde en küçük bir kıvılcımın büyük yangınlara sebep olacağı bir dönemden geçiyoruz.
Hızlı ve ciddi toplumsal değişmeler yaşıyoruz.
Ve insanlığın sorunları hiç değişmiyor…
Taş devrinde ilkel aletlerle, çıplak ellerle çözemediğimiz sorunlarımızı, bugün en gelişmiş teknolojilerle de çözemiyoruz.
Dün yoksulluk vardı, bugün de var.
Dün suç ve suçlular vardı, bugün de var.
Dün savaşlar vardı, bugün de var.
Taş devrinde ne ise insanlığın sorunları, Bilim ve Teknoloji çağında da aynı sorunlar…
Gelişiyoruz gelişmesine ama ilerlemiyoruz bir türlü…
Bir saat gibiyiz.
Dönüyoruz, dönüyoruz ve her döngüde git gide daha da bozularak başladığımız noktaya geri geliyoruz…