Konunun ayrıntısına girmeden doğrudan söyleyeyim; İslam dini mensupları genellikle ilmin kendisine değil de ilimle meşgul olana aşırı değer yüklüyor. Üstelik o kişinin sahip olduğu ilmin sınırlarını bilmeden…

Başlıktaki söz de İslam peygamberine ait olduğu iddia edilir. Hatta “Âlimin ölümü, bir şehir halkının ölümü gibidir” şeklinde de rivayet var.

Bu söz, söylendiği çağda ilmin önemini anlatmak için abartılı bir metafor kullanılmış. Bugüne kadar binlerce âlim öldü, birlikte kimse mezara girmedi.

İlim ve bilim farklı kavramlar mı?

Bilim ve din çatışmalı alanlardır. Hatta bu sözcüğü kullanma biçiminden insanlar kimi zaman kamplara ayrılır.

İlim, dinî referanslı kaynaklarda; bilim ise daha seküler metinlerde karşımıza çıkar. Biliş, bilme…

Bilimin zıddı bilgisizlik olarak değerlendirilir.

İlmin noksanlığı ise cehalet!

Sözcüğün kavramsal boyutu budur.

Kavramların açıklanmasını ayrıntılara takılan, teferruatçı bulanlara sözüm var; bütün sorun bu ayrıntıları bilmemekten kaynaklanıyor. Bu kadar ayrıntı, zihnimizi bulandırıyorsa da anlam dünyasında ne yazık ki zihinsel bölünmelere ve yaşayış tarzlarına, ayrışmalara yol açıyor.

Bu konuya neden girdim?

Açıklaması basit gibi görünse de benim için ağır bir konu. Tam 3 yıl önce 1 Mayıs’ta kaybettiğim sevgili dostum Prof. Dr. Aydın Işık’ı aynı duyguyla hatırlamak…

O sadece sıradan bir akademisyen değil; ilim ve bilimi zihinsel potasında ayrıştırmadan yerine koymuş bir entelektüeldi.

Şimdi o baştaki söze gelelim.

O’nun ölümü âlemin ölümü değildi. Daha büyük hakikatin hatırlatmasıydı.

Aydın’ı sevenler için dünyanın güvenilmez, geçici, tehlikeli ve tekinsiz bir yer olduğunun kanıtıydı.

İdrak sahipleri için onun kaybı, her gün hatta her an nihaî kaderimizi yaşamakta olduğumuzun ağır başlı bir hatırlatmasıydı.

O günü bu amaçla da olsa unutmuyorum. 3 yıl önce Aydın’ı ebedî âleme yolculuğunun ardından yazdıklarımı aynı duygularla paylaşmak istedim. Bu vesileyle iki gözünün nuru kızları ve sevgili eşi Sibel kardeşime bir kez daha sonsuz sabır diliyorum.

İNSANIN İKİ DÜNYASI

Her insanın bir görünen bir de görünmeyen kendi iç dünyası var. Biz ancak kişinin söylediği kadarını bilebiliriz. İnsanın bu karmaşık, kaotik ve bilinmezlerle dolu dünyasından bize kalanlar o insanın değerini ortaya koyar.

Alttaki metin, benim için değer ifade eden dostumun kaybının ardından yazdıklarımdır.

Tıpkı 1 Mayıs 2021 tarihindeki duygularımla…

İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Felsefe Bölümü Başkanı Prof. Dr. Aydın Işık, beşeri âlemden ayrılmadan önce bir mesaj bıraktı.

Kısa, anlamlı ve korkmadan…

Ölümün soğuk hissiyatı içinde idrakini yitirmeden, “İnşallah Müslümanca canımı veririm” diyebilmek kolay söylenecek bir söz değildir.

Sözleri tam olarak şöyle:

“…İtiraf ediyorum Müslümanım. İnşallah Müslümanca canımı veririm. İtiraf ediyorum: Müslümanım.”

Hayatın anlamını felsefî bakış açısıyla okuyabilen genç bilim insanı Prof. Dr. Aydın Işık, bu sözleri 13 Nisan’da yazdı sosyal medya hesabından yazdı…

Covid-19 illeti 1 Mayıs’ta Aydın’ımızı aramızdan aldı.

İnsanı, insana açıklamaktı işi…

Her şeyde anlam aramayı ve insanların üzerinde anlamlı bir iz bırakabilmeyi her koşulda başarabildi.

Bunu son nefesinde de yaptı.

Cesurdu sözlerinde…

HER DAİM ÖĞRENMEK

Prof. Dr. Aydın Işık, kadim dostumdu. Arkadaşım, kardeşim, her an bir şey öğrendiğim hocamdı. İKÇÜ Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesinin ayrı bölümlerinde olsak da kampüste olduğumuz her an birlikteydik. Medya ve İletişim bölümündeki derslerimi verdikten sonra odasına uğrar uzun uzun sohbet ederdik.

Aydın hoca, Felsefe Bölümün Başkanıydı.

İletişimci doğasıyla fakülte koridorunun bilim gurusuydu…

Farklı söylemleri, üslubu ve en değerlisi içten insanlığıyla… Her daim yüzündeki eşsiz tebessümüyle…

Bilim insanı öyle olmalıydı. Teoriyi pratiğe geçirmekte ustaydı.

İletişimin basit kuralları vardır ama çoğunlukla insan, bu kuralları bilse de ötekine geçirirken imkânsızlaştırır.

Aydın Işık, imkânsızı mümkün kılan insandı.

Basit ve ikna edici süreçleri çıkmaz sokaklara sokanları eleştirir, “Benlik kuramamış ilkel beyinler…” gibi ifadelerle iletişimin kusurlu yollarına girdiklerine işaret ederdi.

Medya alanında kazandığım tecrübelerimi paylaşıyordum. Aydın hoca, felsefî bakış açısıyla paylaşma biçimime hep yeni metotlar eklerdi.

Belki farkında değildi. Ben zihnime her söylediğini kaydettim.

İyi ki…

HAYAT; OLMAK VE ÖLMEK!

Hadis kaynaklarında geçen “Mevtü’lâlim mevtü’lâlem” sözü bir kez daha tecelli etti. Yani “Âlimin ölümü âlemin ölümüdür.”

Bunun önermesi ilim, bilim insanının hayatının, âlemin hayatı olduğudur. Yani âlim hayatteyken ilminden yararlanın, bilgisinden, görgüsünden istifade edin demek.

Çok şükür, Prof. Aydın Işık’ın, aydınlık ve pırıltılı zekâsında biriktirdiklerinden kendi çapımızda yararlandık

Âlimler sayesinde her çağda hayatın anlamı yeniden inşa edilir. Medeniyet, erdem, ahlâk, adalet, huzur, barış, sevgi ve saygı âlimler sayesinde hakiki anlamına kavuşur.

Cehaletin karanlığı, ilim ve bilimin aydınlığıyla yenilebilir.

Prof. Dr. Aydın Işık, kısacık hayatına pek çok eser sığdırdı. Binlerce öğrenci ve akıldan çıkmayacak sözler nakşetti.

Eğitimci eşi Sibel Işık’la mutlu evliliğinden dünyaya gelen pırlanta gibi iki kızları onun hayat rehberliğiyle büyüyecek.

Dün ulusal gazetelerde, “Felsefe Profesörü Aydın Işık Covit-19’a yenildi” başlığıyla duyurdu.

Bu yenilgi değil, sadece beşerî hayatta kalmayı kazanamadı…

Zaten o da bu hayatı “Olmak ve ölmek” diye kabullenmiş; kişisel hayatının samimi amacını da itiraf etmişti: Müslümanım, inşallah Müslümanca canımı veririm. İtiraf ediyorum Müslümanım!

Biz de şahidiz, bin kere şahidiz!

Ardından söylenmesi gerekeni de söylettin: iyi insandın, iyi insan!