Pek az medeniyet, Endülüs’ün ürettiği bilim ve fen kadar yüksek, harmanladığı sanat ve düşünce kadar derin, maruz kaldığı vahşet kadar da acı son ile anılabilir. Orada dimağları mest ü hayran bırakan zarif anlayışlar kalpleri melul u mahzun eden acılarla sona erdirilmiş, insanlık adeta bilgi ve zarafetten intikam alan kaba siyasete kurban edilmiştir.
Endülüs deyince nedense gözümün önüne zevk-i selim adlı nazeninin narin boynunu paslı ve kör bir balta ile kesmeye çalışan vahşi ortaçağ adamları gelir ve onların karşısında İbn Tufeyl’i hatırlarım mesela, Endülüs’ün ilk filozofunu... Gırnata yakınlarında ünlü Kays kabilesinden bir çocuk olarak XII. yüzyıl başlarında doğup Endülüs’teki felsefe hareketini derinden etkileyecek eserler veren ve dünya felsefe tarihinde adı saygıyla anılan o zarif adamı hatırlarım. Latinler ona Ebantofail derler ve etkin bir filozof olarak anarlar. Ama o yalnızca bir filozof değil, hazık bir tabip, yetkin bir fakih (İslam hukukçusu) ve ileri araştırmaların sahibi bir gökbilimcidir.
    İbn Tufeyl, ortaçağ biliminin en önemli merkezlerinden olan Kurtuba ve İşbiliye’de tahsil görmüştür. Gırnata’da hekimlik yaparken ününün yayılmasıyla önce Gırnata, sonra da Tanca valisinin sır kâtip­liğine getirilmiş, bu vesileyle halife Ebu  Ya’kup Yusuf’un üzerinde muazzam bir etki bırakarak meclisine davet edilmiş, felsefeye büyük ilgi duyan halifenin huzurlu bir çalışma ortamı sağlamasıyla bilimsel çalışmalarda ilerlemeye başlamıştır. Halife kendisiyle sık sık felsefî konuları tartışırmış, baş başa uzun saatler konuşurlarmış. Daha sonraları İbn Tufeyl, bu sohbete genç İbn Rüşd’ün katılmasını da sağlamış ve onun yıldızının parlamasına yol açmıştır[1]. Anlattığına göre saraya ilk vardığında halife ile İbn Tufeyl yine bir tenha sohbetin ortasındalarmış. Sessizce beklemiş. Ta ki müzakere ilerleyip de İbn Tufeyl kendisini gördüğünde fikrini sorasıya kadar. Meğer o gün İbn Rüşd ayakta iki saat sessiz bekleyip onları dinlemiş. Derler ki bu müzakerelerden birinde halife, İbn Tufeyl’e Aristo külliyatına açıklama­lar yazılması gerektiğinden söz eder, o da bu iş için yaşlı olduğunu, ömrünün yetmeyeceğini ama genç İbn Rüşd’ün bunu başaracak kadar yetiştiğini anlatır ve görev ona verilir. Her bakımdan İbn Rüşd’ün yıldızının parladığı andır o an.
      Endülüs düşünce geleneğinin ilk gerçek filozofu olan İbn Tufeyl’in meşrıki felsefesi nazarî düşüncenin ötesinde mânevî tecrübeyle de ilgilenir ve nazar ehlinin teorik felsefesine karşılık müşahede, zevk ve huzur ashabının bütün boyutlarıyla ifade edilemeyen ruhî tecrübelerini önceler. Ne ki bu konuya dair bütün görüşlerini teferruatıyla izah edemeden vefat etmiştir.
    İbn Tufeyl yalnızca tabipliği, hukuk adamlığı, astronomluğu veya filozofluğu ile değil dünya şiir tarihi için de önemli bir isimdir. İslam tıp literatürüne Urcuze isimli manzum bir tıp kitabı hediye etmiştir ki kendi türünde ilk ve son örnektir. Keza Hz. Osman mushafının Kurtuba’ya intikalinin hikâyesini secili bir üslûpla kaleme aldığı eseri Endülüs’te çok meşhur olmuş, nesilden nesile anlatılan bir hikâyeye dönüşüp nesiller boyu okunmuştur. Öte yandan Batlamyus’un astro­nomi teorisine yönelttiği eleştirilerin tamamı sonradan ispatlanmış, Aristo felsefesine dair görüşleri ardılı olan İbn Rüşd’ün eserlerinde adeta Müslüman kimlikle yeniden harmanlanmıştır. Teessüf olunur ki bu değerli alimin yazdığı bütün o tıp, astronomi ve fıkıh kitapları bugün kaybolmuş, buna karşılık yalnızca bir tanesi, felsefe tarihine geçen ünlü bir kitap olarak yüzyıllarca okunmuştur: Hayy b. Yakzan...
    Hayy b. Yakzan ıssız bir adada, insanın ve insanlığın ne olduğunu bilmeden (sıfır bilinç ile yola çıkıp) tek başına yaşayan münzevi bir kişinin akıl yoluyla hakikati kavrama sürecini anlatan alegorik bir hikâyedir. İbn Tufeyl daha sonra onu insanlarla karşılaştırıp anlaşmaya yöneltir ve böylece felse­feyle dinin veya akıl ile naklin uygunluğunu anlatır. Hayy önce tabiatı anlar, biyolojideki kendiliğinden oluşu izah eder, hayatın nasıl başladığına dair fikir yürütür ve nihayet bir Yaratıcı mecburiyetini düşünüp kendi varlık sebebini izaha çalışır.
    Hayy bin Yakzan hikâyesi XIV. yüzyıldan itibaren pek çok Batı diline çevrilip bilim ve felsefe dünyasının önemli kitapları arasına girmiş, fıtrî aklın mutlak bilgiye ulaşabileceği görüşü üzerine teolojik fikirler üretilmiştir. Bugün bütün dünya öğrencileri ünlü Robinson Crosoe hikâyesini okuyarak büyürler. Daniel Defoe bu hikâyesini Hayy bin Yakzan’dan etkilenerek yazmıştır. Ne var ki Batı dünyası bunu asla söylemez ve biz de nedense bilmezden geliriz.
    [1] İbn Rüşd’ün yetişme sürecinin başlangıcı olan bu sahne Doğu coğrafyasının daha sonraki zamanlarında sık görülmeyecektir artık. Devlete hükmeden kişinin bilge kral olduğu, ülkesinin felsefî, fıkhî, tıbbî vb. allameleriyle bilimsel müzakereler yaptığı, o alimlerin birbirlerini yetiştirecek zeminleri hazırladığı, sanat alanında gelişmelerin yaşandığı, ilmin ve sanatın  itibarının yüksekte bulunduğu zamanlar fazla olmayacaktır. En belirgin örnek olarak Fatih’i alsak bile onun sarayındaki bilimsel ve sanatsal müzakereler daha sonra nedense güç ve içerik zafiyetine maruz kalarak sürecek, buna paralel olarak devlet kültür ve sanat açısından gitgide hüsrana sürüklenecektir.