Geçtiğimiz hafta Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı ile Samanyolu-Mehtap TV'nin müşterek umre organizasyonu vesilesiyle özlediğimiz topraklara kısa bir seyahat gerçekleştirdik. Harem'de olmak hakkında ne diyebilirim?!.. Olun da görün...

* * *

Konumuz Medine'nin ve Mekke'nin hızla değişiyor olması. Özellikle Mekke'de şantiyeler durmadan çalışıyor, şehir başka bir çehreye bürünüyor. Bence geç kalınmış bir dönüşüm. Dünyanın Müslüman olan her yanında, neredeyse her dakika bir hac veya umre başvurusunun yapıldığı şu zamanda Harem'deki tavaf mekanlarının genişletilmesi kaçınılmaz olmuş durumda. Tabii mekansal her iyileştirmenin bir bedeli var. Kâbe çevresindeki bütün iyileştirmeler de tarihen bizi ilgilendirir. Daha önce Ecyad Kalesi'nin göz göre göre buharlaşıp gittiğini hatırlayınız. Şimdiki genişlemede ise Kâbe'yi ilk halkada kuşatan Osmanlı revakları yerinden sökülecek.

Söz konusu revaklar Mimar Sinan'ın planlarına göre yapılmış. Büyük usta, her zamanki zarif mimari anlayışıyla buradaki revakları Kâbe yüksekliğini geçmeyecek şekilde tasarlamış. Planların uygulanması daha sonra (1590) Mimar Mehmet Ağa'ya nasip olmuş. İki usta mimardan, toplam 500 küçük kubbe ile tam bir Osmanlı estetiği.

Şimdi soru şu: Bu yıkıma ne diyeceğiz?

Kâbe'nin çevresindeki ilk yıkımlar Efendiler Efendisi'nden hemen sonra, hicretin on yedinci, ikinci dalga yıkım ise yirmi altıncı yılında yapılmış. Ashab-ı Güzin'den pek çok kişinin evleri Kâbe tavaf alanı olarak ortadan kaldırılmış. Yani ki ihtiyaç olunca Ashab-ı Güzin bu tür yıkımlara hiç itiraz etmemiş. Buna kıyasla denilebilir ki, eğer Kâbe'de tavaf alanı genişleyecek ve hacıların daha kolay ibadet etmeleri sağlanacaksa Osmanlı revaklarının yıkılmasına asla karşı çıkılamaz, çıkılmamalıdır. Her geçen gün hac ve umre talebinin arttığı bir dünyada insanları eziyetten kurtaracak böyle bir girişim ancak şükranla karşılanır. İlla ki bu yıkımda karşı çıkılması gereken bir husus vardır: Hoyratça bir tahrip veya yoz bir anlayış... Suud hükümetinin yapacağı yıkımın henüz nasıl ve ne yöntemle yapılacağı açıklanmadı. Şimdilik ne olacağını bilemiyoruz. Revaklar yıkılıp moloz mu olacaktır? Mermer sütunlar buldozerlerle sökülüp bir kenara mı atılacaktır? Mekke'deki Kâbe Müzesi'nde olduğu gibi birkaçı saklanıp diğerleri kayıp mı olacaktır? Belki de tarihi eser niteliğinde farz edilip usulüne uygun bir yıkım gerçekleşir; bilemiyoruz.

Bana kalırsa, sonunda hayıflanmamak için, Türkiye'nin şu sıralarda devreye girmesi gerekiyor?

Mesela Kültür Bakanlığı uygun bir diplomasi hamlesi yapıp revakların söküm işine maddi-manevi ortak olabilir; her bir parçanın hasarsız sökümünü gerçekleştirebilir. Suud hükümetinin böyle bir teklife menfi yaklaşacağını zannetmiyoruz.

Mesela finans kurumları, holdingler, İTO gibi kurumların sponsorluğunda bu tarih yadigarı hasarsız söktürülüp Türkiye'ye nakliyesi yapılabilir.

Peki Türkiye'ye nakledilip ne olacak derseniz?

Neler olmaz ki!..

Bence bu revaklar söküldüğü biçimde yeniden kurulmalı, kültür mirası olarak saklanmalı, milli park tarzında kültürel maksatlı kullanıma açılmalı veya kültür merkezi yapılmalıdır. İçinde konferans salonu, müze, mabet, gösteri merkezi vb. ruhuna uygun yapıların bulunduğu bir kültür havzası. Hatta içinde kurallara uygun bir düğün salonu bile olabilir. Böyle bir kültür mirasını her nereye kursanız tam bir merkeze dönüşeceğinden şüpheniz olmasın.

Üsküdar'a "Kâbe toprağı" denildiğini ve orada zaten bir Harem (semti, iskelesi, ruhu) olduğunu hepimiz biliriz. Sayın Başkanımız Mustafa Kara'ya duyurulur, belki de bu Harem revakları en ziyade yine Harem semtine ve Üsküdar'a yakışır. Ama mesela ben olsam bu tarih mirasını bir Anadolu şehrine götürür, oradaki hayatın canlanmasına imkan tanırdım. Hani mesela bu vesileyle hemşerilerime de duyurmuş olayım. Uşak Valimiz Özdemir Çakacak ile Uşak Belediye Başkanımız Ali Erdoğan ortak irade beyan etse, Hazim Sesli de sponsor olsa...