Son yıllarda bilimsel veriler kadar insan tecrübesi de mevsimlerin artık değiştiğinden bahseder oldu. Yaşı benim gibi yarım yüzyılı bulanlar için çok inandırıcı bir hükümdür bu. Meslekî hayatım boyunca okuduğum edebî ve tarihî metinlere baktığımda da aynı hükmün geçerliliğini koruduğunu görüyorum.
Söz gelimi İstanbul Boğazı’nın donduğuna dair düşürülen tarih manzumelerini alt alta sıraladığımda hemen her yirmi beş yıla bir tane düşüyor. Bu demektir ki İstanbul’da yaşayan her kuşak, ömründe en az bir defa Boğaziçi’nin mavi sularında ya yürümüş veya yürüyenleri görüp hatıraları arasında muhafaza etmiş, belki babalar çocuklarına, dedeler torunlarına anlatmıştır. Evliya Çelebi Tuna’dan kopup gelen buzların Boğaz sularında nasıl sürüklendiklerini ve Üsküdar Şemsipaşa’da kayalıklara çarpıp nasıl gümbürtü ile parçalandıklarını anlatırken bazı büyük parçaların sıçrayıp sahildeki evlerin çatılarına düşerek damları çökerttiğini bile söyler.
Uzak değil, daha yüz elli sene evvel, şairler kış mevsiminin geldiğine dair manzumeler (şitaiye) yazar ve kışın tadını çıkarırlarmış. Haliç donduğu vakit üzerinde kış sporları yapan İstanbullulardan geçtik, yamaçları karla kaplı bir İstanbul fotoğrafı çekebilen de kalmadı artık. Yanlış anlaşılmasın, fakir fukaranın ısınacak kömürü yokken, doğalgaz faturaları üç haneli rakamlar ile ödenirken kış istiyor değilim. Hayır, niyetim, bir zamanlar İstanbul peyzajları arasında zenginlik olarak duran görüntülerin artık oluşmaması, buna bağlı olarak ressamların, şairlerin, yazarların, bestecilerin ilhamlarında bir pencerenin kapanmasıdır. Oysa bir zamanların şairleri kış günlerinin güneşi nasıl korkutup kaçırdığını, doğuşuyla batışının şöyle ateş alır gibi hızla olup bittiğini ve şafaktaki ateş kızıllığına can atarcasına koştuğu halde bulutların pamuk örtülerini yarıp geçemediğini, yani ki ışığın pençe pençe huzmelenip saldırdığı halde bulut denen perdeyi yırtamadığını, tabiatın donup kaldığını ve eğer İsrafil Sur’a üfürecek olsa, değil canlılar, mezarındaki ölülerin bile haşr olmak üzere emre itaat edemeyeceklerini, yeşillikler hamamların külhanlarına özense ve vaizler de cehennem ateşini ballandıra ballandıra anlatsalar münasip düşeceğini, karlar her yeri kapladığı için insanların evlerinin yollarını bulamadıklarını, genç ve çocukların bile kar yüzünden akbıyık kesildiklerini, aba giyenlerin kendilerini üryan hissedip ney gibi inlerken titremekten mütevellit dişlerinin onlara tambur gibi eşlik ettiğini, sular donduğu için samur kürk giyenlerin su samuru urunmaya başladıklarını vs. vs. anlatıp dururlar. Keza gam çekmemek gerektiğini, en azından kartopu atarak rakipleri düşman gibi yere sermenin mümkün olduğunu anlatanlar, kış askerlerinin bahar ülkesini istila etmesi halinde mağlubiyeti kabul etmeyip içinde ateş taşıyan fikirler ve hayalleri ordu edinmek gerektiğini söyleyenler de vardır. Gerçi Galib Dede “Âh mine’l-aşki ve hâlâtihî / Ahraka kalbî bi-harârâtihî (Ah aşktan ve aşkın elinden… Kalbimi yaktı yandırdı…)” beytini kış gününde söylemiş ve kalbindeki ateş ile ısınabilmiştir, lakin onun kadar iyimser olmayan bir başka Mevlevi, Tahir el-Mevlevi, anlaşılan nazire yazarken bile tir tir titremektedir: “Âh mine’l-berdi ve hâlâtihî / Ebrede cismî bi-bürûdâtihî (Ah kıştan ve kışın elinden… Soğuğuyla dondurdu beni…)
Hani diyorum şöyle bir kar yağsa, fırtınanın şiddetinden akşam karanlığı bile donsa, kartopu oynama hevesiyle tutuşan çocuklar bir kerecik olsun ayazdan küçülen gözlerle çevrelerine baksalar, gün uykuya vardı varacak olsa, dişler çatır çutur, beden tiril tiril…
Öyle bir kış bir daha görür müyüz, bilmiyorum. Boğaziçi sularında bir kere yürümek nasip olur mu yine bilemiyorum. Bilim adamları değişen iklimlerin buna fazla imkân tanımayacağını söylerken haksız değiller. Çünkü eskiden Boğaz’daki suyun donma derecesi sıfır imiş, şimdi zannederim eksi 16 falan olsa gerek. Çünkü Boğaz’dan akan su artık yalnızca su değil; içinde plastikten petrole, naylondan kozmetiğe varasıya kadar her şey var. Plastiğin donma derecesi suyun donma derecesi olduktan sonra hangi ressam veya şair Boğaziçi’nin donduğunu anlatıp hangi besteci bir kar senfonisi besteler, hangi fotoğraf sanatçısı Üsküdar Beşiktaş arasında buz pateni yapan bir sporcunun resmini çekebilir ki?!..
Evet, mevsimler değişiyor, tabiattaki düzen değişiyor ve hayat bizden bir şeyleri alıp götürüyor…
2013 yılı herkese, ülkemize ve insanlığa hayırlar getirsin inşallah…