Ergenekon tek dalga veya tek kişi üzerinden yorumlanamayacak kadar karmaşık bir yapı. Giriftliği iddianamelerin satır aralarında görmek mümkün. Ergenekon'u somutlaştırmak gerekirse 'Veli Küçük' ismi uygun düşebilir. "Geri kalan teferruattır, önemsizdir" denemez.

Operasyonla başlayan gözaltı ve tutuklamayla sonuçlanan hemen her dalga tartışma konusu oldu. Özellikle de medyada... 'Kuşku' gazetecinin doğal melekesi olmasına rağmen "O ismin Ergenekon'la ne ilişkisi olabilir?" dendi.

"Polis neden sabahın erken saatlerinde kapıya dayandı?" diye itiraz edildi. Operasyonlar karşısında ise "Ne gereği vardı, çağırsalardı gelirlerdi" önerileri yapıldı.

Medya en yoğun tepkiyi bazı basın mensuplarını içine alan geçen haftaki son dalgaya gösterdi. Birçok meslektaşımız Oda TV operasyonunu tek açıdan, sadece 'basın özgürlüğü' kapsamında yorumladı. Sanıklara sorulan bazı sorular üzerinden erken hükümler verildi. 'Gazetecilerin susturulmaya çalışıldığı' değerlendirmeleri yapıldı.

Koca Ergenekon davası yalnızca bir iki gazeteciye indirgendi. Soruşturmayı yürüten savcı eleştirilere kayıtsız kalmadı. Ve ilk kez "Elimizde açıklanamayacak deliller var." diye kamuoyuna açıklama yapmak zorunda kaldı.

Şüphesiz bazı meslektaşlarımızın operasyona hedef olması hoş bir durum değil. Kimi isimlerin tutuklanmasının izahı güç olabilir. Ancak üç dört soruya bakarak erken hüküm vermenin de doğru olmadığına inanıyorum. Ben olumlu veya olumsuz kanaat oluşturacak kadar dosyanın içeriğine vakıf değilim.

'Tanırım, kefilim' gibi iddialı cümleler kuramıyorum. Yargı sürecini beklemekten başka seçeneğimiz yok.

Medyanın oturduğu zemin sağlam değil. Basının demokrasi sınavı kırıklarla dolu... Çeteler, cuntalar konusunda sicili ortada. Türk basını maalesef darbelerle içli dışlı geçmişe sahip. Bugün 9 Mart... Bir sol askerî darbeyi hedefleyen '9 Mart cuntası' gazete bürolarında toplantılar yaptı.

Detayları Hasan Cemal'in 'Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım' kitabından okunabilir. 27 Mayıs'a, 12 Eylül'e gitmeye gerek yok. 28 Şubat sürecinde yaşananlar gün gibi ortada. 28 Şubat medya üzerinden yürüyen müdahale süreciydi.

Psikolojik harp taktikleriyle geliştirilen eylem planlarının uygulama sahası medyaydı. "Türk basını masumdur, çetelerle, cuntalarla işi olmaz" demenin de halk nezdinde hiçbir inandırıcılığı yok. Türk toplumunun demokrasi konusunda medyanın da aydınların da önünde olduğuna inanıyorum.

Son dalga hakkında erken hüküm verenler faturayı hükümete kesti. Açık açık "AK Parti iktidarı muhalifleri susturmak istiyor." dendi. Başbakan Erdoğan ve AK Parti sözcülerinin "İnisiyatif tamamen yargının" açıklamaları bu yöndeki eleştirileri hafifletmedi.

Erdoğan dün grup toplantısında bu konuya geniş yer ayırdı. Ergenekon sürecini yargının yönlendirdiğini vurguladıktan sonra "Hükümet, durması gereken yerde durmaktadır." dedi. Ve medyaya yüklendi. "Basının demokrasiyi rafa kaldırma operasyonlarında nasıl görevler üstlendiğini çok iyi biliyoruz." dedi.

28 Şubat sürecinden örnekler verdi. O günlerin manşetlerini, ısmarlama yazılarını hatırlattı.

Erdoğan'ın Batı'dan gelen eleştirilere cevabı anlamlıydı: "Her defasında basın özgürlüğü diyen Batı'nın konu Türkiye olduğunda rahatsızlık duymasını, anlama zorluğu çekmesini de biz anlamıyoruz. Aslında onları anlamak lazım. Çünkü oralarda basın mensupları darbelere çanak tutmuyor, psikolojik harekâtlar yürütmüyor."

Ardından peş peşe sorular sordu: "8 yıl boyunca manşetine karıştığımız bir gazete var mı?" "Hangi gazeteci hükümeti eleştirdiği için tutukludur?" "Hangi gazeteci gazetecilik faaliyetlerinden dolayı tutukludur?"

Belki bu sorulara cevap verilebilir, ancak medyanın 28 Şubat'taki rolünü bugün savunabilmek mümkün değil. Maalesef Türk medyasının yumuşak karnı darbeciliktir.