Bezm-i Elestte başlayan, Ademin Cennete, oradan da dünyaya sürgünüyle devam eden insanlık ya da insan olabilme macerasında, her beşer kendisine biçilen rolünü oynayıp bu dünyadaki vadesini tamamlayıp göçüyor başka bir aleme, bu göçüşlere son zamanlarda çokça şahit oluyoruz..
Şairlerin dünya sürgünü dediği bu zaman dilimi aynı zamanda ebedi olan ahiret alemine açılan kapıdır. İnsanın dünyaya gelişi, orada var oluşuyla yaşanır tüm maceralar ve sıkıntılar.
Hakikati kavrama, gerçeğin idraki, hak-batıl ayrımı, ubudiyet, uhuvvet, sabır, tevekkül, rıza, feragat , fazilet gibi insanı insan yapan yada insanlığı gerçek medeniyet zirvesine taşıyan sembol kavramlar bu zaman diliminde kazanılır ve büyük anlamlar kazanır.
İşte bu değerler bir insanın hayatında ne kadar yer tutuyorsa, insani değeri de o derece yüksek oluyor insanın.
Bu çetin, acımasız yolda, ahirete açılan kapının aralanması için epeyce sınavdan geçmek gerekiyor, bu sınavın adı ubudiyettir, yani kulluk..
İnsan eğilme ile eğilmeme arasına çekilen keskin bir çizgi gibidir adeta..
İnsanın kulluğu Allahın önünde eğilmesidir.
O’na boyun eğmesidir, ya da O’nun dışında hiç birşeye boyun eğmemesidir. Başka ifadeyle, insanın kendi nefsi önünde eğilmemesi, tabiata, eşyaya ram olmaması, eşyanın ve maddenin buyruğuna girmemesidir. İnsan bunu başardığı zaman, Allahın hakimiyet mührünü varoluşun, eşyanın suratına ve tüm cihanın kalbine basacaktır.
Tarihimiz bunun çok güzel misalleriyle doludur.. Ecdad ne zaman eşyaya(dış dünyaya) kul olmanın zincirini kırmış, enerjisini hakikat yoluna çevirmiş, işte o vakit cihanda söz sahibi olmuştur, mazlumların umudu , zalimlerin korkusu olmuştur.
Bütün iş başta söz ettiğimiz Bezm-i Elest (Elest Meclisi)de verdiğimiz söze olan sadakatimizden geçiyor.
Bu hem ferdi manada, hem içtimai manada böyledir.
Neydi orda verdiğimiz söz, yaptığımız ahid?
Hani Rabbimiz daha insanoğlu yaratılmadan tüm ruhlara: Elestü bi Rabbiküm? Yani Ben sizin Rabbiniz değil miyim? diye sorduğunda, hep bir ağızdan: "Kalü Bela" diyerek, "evet ya Rabbi sen bizim Rabbimizsin" demişlerdi ya, işte o BELA kelimesinde gizlidir herşey.
Bugün bile Anadoluda sıradan insanlara sorsanız, "ne zamandan beri Müslümansın" diye, hemen hepsi "Kalu Bela’dan beri" diyecektir.
Belki bir çoğumuz anlamını dahi tam olarak bilmeyiz Kalu Bela’nın..
Yani "Sen bizim Rabbimizsin" demekle aslında ne dediğimizin, neye söz verdiğimizin..
"Sen bizim Rabbimizsin" demekle, bizi ancak sen terbiye edersin, biz Senin koyduğun hakikat prensiplerine bağlı kalacağız, başka hiçbir beşeri sistem, nizam bizi hakikate, sonsuz mutluluğa götüremez, biz sana senin yolunda yürüyeceğimiz konusunda vaatte bulunuyoruz demiş olduk..
İşte Rabbimiz de insanın bu sözünü ne kadar tutup tutmayacağını görmek için onu bu dünyaya göndermiş..
İnsanoğlu da bu söz verişe ne kadar sadık kalmışsa o kadar huzur bulmuştur dünyada, bu yoldan ne kadar uzaklaşmışsa o kadar da huzursuzluğa gark olmuştur.
21. yüzyılda dahi bunca imkana, bolluğa, zenginliğe rağmen insanlar, özelde Müslümanlar mutsuz ve huzursuz ise, temelinde başta verilen ahde vefasızlık vardır.
Ramazan ayı bu ahdi hatırlamak ve öze dönüş için büyük bir fırsattır.
Rabbim hepimize şuur versin.
Hayırlı ramazanlar..