Sohbetlerimiz vardı, gösterişsiz, riyasız, çıkarsız. Bir bardak buğulu çay eşliğinde. Selamla başlayıp selamla biten.
Dost meclisleri, insanların gönülden konuştukları, herkesin birbirini anladığı ve haz duyduğu sohbet meclislerini diyorum.
En son gelenin en sona oturduğu, bulabildiği yere, belki kapı eşiğine.. protokol kurallarının geçmediği meclisler diyorum..
Hürmetin zirve yaptığı, büyüklerin içeri girdiğinde hazirunun hürmeten ayağa kalktığı meclisler Şimdilerde ancak eski filmlerde gördüğümüz dost meclisleri diyorum.
Biri konuşurken diğerlerinin pür dikkat kesildiği, kimsenin sözünün kesilmediği meclisler.
Büyüklerin küçükleri şefkatle kucakladığı, küçüklerin saygıda, hürmette kusur etmediği meclisler.
Kimi zaman bir ayet, bir hadisle güzelleşen, kimi zaman Mevlana’nın, Yunus’un dizeleriyle süslenen.. mısraları hece hece dokuyan ustaların dilinden dökülen, güzel dileklerin ardından göklere yükselen aminnn seslerinin yankılandığı kardeş meclisleri..
Sohbetin, sahabeden neşet ettiği şuuruyla sohbeti dinleyen, bıyığı terlememiş delikanlıların gözlerinden fışkıran umut dolu bakışlar arasında sürüp giden sohbet meclisleri.. Birbirini menfaatsiz seven, iyilik meclislerimiz vardı.
Gıybetten, dedikodudan arındırılmış, melanetin olmadığı melamet meclisleri.
Gönül diliyle gönüllere su serpen nur yüzlü büyüklerin baş köşede oturduğu gönül meclisleri.
Bugün yerini gıybet ve dedikodulara bıraktığımız..
*
Genetiğimiz mi bozuldu, zihnimiz mi bulandı, akidemiz mi değişti bilmiyorum..
Nedir bu sabahtan akşama birbirinin dedikodusunu yapma hastalığı?
Hiç mi konuşacak güzel şeylerimiz kalmadı?
Sanal alem, sanal sohbet, sanal arkadaş... adı üstünde sanal, sanmak gibi yapay kıytırık bir şey galiba.. yani sanıyorum öyledir böyledir gibi bir şey..
Bunun sanal olmayanı yok mu ki, zamanımızın uyku hariç dörtte üçünü geçirdiğimiz yalan dolanla dolu bir alem işte.
Güya yüzlerce, binlerce arkadaşımız var, lakin yüzde doksanı sanal, yani yapmacık, yani sahte, yani uyduruk..
Hiçbir şeyin sahtesi aslının yerini tutmaz ve dolduramaz. Zira insan dediğimiz varlık, sosyaldir. Topluluk olarak yaşamaya muhtaçtır.. Duyguları, hisleri vardır; dokunmak, dokunulmak ister.
Sanal dediğimiz şeyle, sadece dokunduğumuzu sanıyoruz, ama dokunamıyoruz.
Dokunmaktan kastım illa birine elle temas değildir, birinin gönlüne yüreğine dokunmayı kast ediyorum.
Niçin her şeyimiz varken, varlık içinde yokluk yaşıyoruz?
Çünkü gönüllerimiz ve ruhlarımız aç.. Gönlü doyanın gözü zaten doyar.
Sanal dünya gönüllere dokunsaydı, bu kadar buhran, bunalım olur muydu?
Binlerce takipçisi, arkadaşı olan gençler bunalıma girip intihara sürüklenir miydi?
Etrafı sanal kişilerle dolu insanlar yalnızlık yaşar mıydı?
Küçücük bir telefona sığdırılan kocaman kocaman hayatlar, gün gelip yalnızlık buhranında savrulup gider miydi?
İş işten geçiyor, bir nesil sanal alemlerde yok olup gidiyor. Bunun bir şekilde önüne geçilmesi gerekir diye düşünüyorum.
Yoksa çok geç olacak.
Her şeyin aslı güzeldir..
Aslımıza dönmek lazım değil mi?
Sanallıktan, sahtelikten, sahtecilikten; yapıyormuş gibi yapmaktan kurtulmak gerekmiyor mu?
Kalın sağlıcakla.