Bir Coğrafyacı hep yazmak istediğim ancak farklı kanallara çekilmesi endişesi ile vazgeçtiğim bir konuda yazmam şart oldu.
Ege Denizi'ndeki 6.3 büyüklüğündeki deprem ve artçıları ile yüreğimiz ağzımıza geldi. Ancak belli bir süre geçtikten sonra her şeyi unuturuz!!!.
1. Balıkesir 1. derece deprem bölgesinde yer almaktadır,
2. Şehrin Paşaalanı Mahallesi ve Bahçelievler Mahallesi'ne doğru gelişmesi sürüyor (Şehrin en cazibe merkezi),
a-Yeraltı suyu seviyesi (3-5 metrede yeraltı suyuna ulaşılmakta, bu da depremin etkisini daha da arttırmaktadır) yüzeye oldukça yakındır.
b-Yine bu bölgeler 1. sınıf tarım toprağıdır ve bu uygulama ile tarım dışı bırakılıyor. Burada insanı ters çevirip toprağa dikseniz tutar!
Küçük Sanayi Sitesi, Kredi Yurtlar Kurumu, Liseler (Sırrı Yırcalı, Fen ve diğer liseler) ve otogarın bulunduğu bu sahada adeta "insanlık suçu" işlenmiştir.
Bilim insanları ortalama bir bölgede 100-120 yılda bir büyük deprem meydana geldiğini ifade eder.
Balıkesir'de en son büyük deprem (Tahmini 7.0 şiddetinde) 1898 yılında meydana gelmiştir. Mübarek Ramazan ayında, iftara saatler kala meydana gelen depremden Balıkesir merkez, merkeze bağlı ova köyleri ile Bigadiç-Kepsut çevresini etkilenmiştir.
Halk arasında "koca zelzele" olarak bilinen bu depremde öncü sarsıntıda evlerin boşaltılması ölü sayısını azaltmıştır. O dönemde nüfusu 30 bin olan Balıkesir'de köyleri ile beraber 53 bin kişi depremden etkilenmiş, 500 civarında da kayıp verilmiştir. Yıkılan evler ve maddi kayıplar ise cabası.
Bursa şehri, Uludağ’ın eteklerine, Manisa Spil Dağı eteklerine, İzmir Kadife Kale eteklerine, İstanbul yedi ayrı tepeye, Balıkesir Saat kulesinin olduğu eteklere, yani zemin olarak sağlam yerlere kurulmuştur. Yani verimli tarım alanları, aynı zamanında depremin etkili olacağı saha yerleşim alanı olarak seçilmemiştir. Bu seçimde; bu alanların bataklık olması ve sivrisinekten kaçmanın da etkili olduğunu itiraf etmek gerekir!!!
Ülkemizin dolayısıyla Balıkesir’in iskân politikasını şu basit benzetme ile daha kolay anlatabilir, olayın vahametine parmak basabiliriz.
Evimizin bir odası Türkiye veya Balıkesir olsun. Odanın ortasında miktar ve çeşit olarak muazzam donatılmış, üzerinde dumanların tüttüğü ve hoş yemek kokularının yayıldığı yer sofrası olduğunu düşünün. Kenarlarda da son derece lüks kalite oturma gurubunun olduğunu!!! Siz kapıdan içeri girip koltuklara değil de mükemmel yer sofrası üzerine oturduğunuzu hayal edin...
Mübarek Ramazan gününde, oruçlu oruçlu böyle hayal olur mu dediğinizi hissediyorum.
Ama maalesef öyle!!!.
Akıllı olan bir kişi Otogarın önünde, genç yaşta evladını kaybetmiş bir anne gibi yırtınarak ve dövünerek ağlasa yeridir. Aynı durum maalesef Bursa otogarı için de geçerli.
Bakın 1927 yılındaki nüfus sayımında ülkemizin nüfusu 13.7 milyon. Yani mütevazı, kanaatkar 13.7 milyon insan.
Ya günümüzde?
Hem miktar olarak, hem çeşit olarak daha fazla tüketen, asla doymayan, tüketim ve israf yarışı içindeki 80 milyon.
Yani mevcut tarım alanları sabit kalsa bile, beslemesi gerektiği nüfus miktarı ve yapısı oldukça farklı. Yüzde 484 daha fazla insanı beslemek zorunda.
Oysa biz ne yapıyoruz?
1. sınıf tarım alanlarını katlediyoruz, hem de depreme yaldızlı davetiye çıkararak!!!
Bakın Ayşebacı Köyü; manda kaymağı ve tarım ürünleri ile ünlü köy, arazilerinin %80’ini kaybetti. Yollar, yonca, Toki sahası (Bu bölgenin yerleşim alanı olarak seçilmesi doğru), liseler, küçük sanayi sitesi, Kredi Yurtlar Kurumu ve diğer meskenler Ayşebacı’yı yutmuş.
Size çok ilginç bir şey söyleyeceğim.
Eskiden okullarda enlem faktörü ve verimlilikten dolayı, Çukurova’dan yılda 2 defa ürün alındığını övünerek örnek verirdik.
Ancak Ayşebacı’da ısıtma sistemi kullanmadan kurulan seralardan yılda 4 defa ürün alınmaktadır!!!
Ama ortada Ayşebacı kalmadı.
Son söz;
Tarım alanlarının imara açmak cinayettir!
Nokta