Bu eğitim sisteminde eğitilen insanlar, ya vasıfsız kalmakta ya da sevmediği işi yapmak durumundadır. İlerleyen yaşlara rağmen meslek sahibi olamamak, evlilik yaşını ötelemekte, evlilik oranını düşürmekte ve sosyal problemlere sebep olmaktadır.

Hedefi olmayan gençlerin sınıflarda tutulmaya çalışılması hem öğretmenlerin, hem de okul yönetiminin işlerini zorlaştırmaktadır.

Fakülteler âdeta yüksek lise durumuna düşmüştür.

Eğitim, en yalın ifade ile istenen yönde davranış değişikliğidir. Biraz daha açmak gerekirse eğitim, insanın duygusal, bedensel, zihinsel olarak sahip olduğu kabiliyetlerine göre belirlenen amaç doğrultusunda geliştirilmesidir. Yani sadece bilgi sahibi olmak yetmez, bildiklerini yaşantıya dönüştürmektir eğitim... Bilmek öğretimin, bildiklerini yaşamak ise eğitimin sonucudur.

Dünya üzerindeki bütün devletler, vatandaşlarını eğitmekle yükümlüdür. Ülkeler, vatandaşlarını bilimsel olarak donanımlı yetiştirip onları meslek sahibi yapmanın yanı sıra, ülkelerini seven kişiler olarak yetiştirmeyi de amaçlamaktadırlar.

Türk Millî Eğitim sisteminin genel amaçları “1739 Sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu”nda belirtilmiştir. Bu kanunun 3. fıkrasında “İlgi, yeti ve yetenekleri doğrultusunda geliştirmek gerekli bilgi, beceri, davranış ve birlikte iş görme alışkanlığı kazandırma yoluyla hayata hazırlamak, kendilerini mutlu kılacak ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunacak bir meslek sahibi olmalarını sağlamaktır” ifadesi yer almaktadır. Yani fertler, eğitim yoluyla kazandırılan meslekle hayata hazırlanırken toplumun da mutluluğu amaçlanmaktadır.

Ülkemizde, eğitim sisteminin ve Millî Eğitim Bakanlarının, sık sık değişmesi hep eleştiri konusu olmuştur. Zorunlu eğitim süresi genellikle gelişmişlikle doğru orantılı olarak kabul edilmektedir. Bu sebeple Türk Millî Eğitim Sistemi’nde 30.03.2012 tarihinde yapılan değişiklikle, 1997’ye kadar 5+3+3, 1998’den sonra 8+3 ve ardından da 8+4 biçiminde uygulanmakta olan örgün eğitime 4+4+4 olarak son şekli verilmiştir. Bu değişiklikle imam hatip ortaokullarının önünü kesme amaçlı 28 Şubat ürünü sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitim, ilk dört yıl ilkokul, ikinci dört yıl ortaokul, üçüncü dört yıl lise olarak düzenlenmiştir. Bu şekilde lise eğitimi de zorunlu eğitime dâhil edilmiştir.

OKUL ÖNCESİ EĞİTİM UZAMAMALI

Günümüz eğitim sisteminde okul öncesi eğitim hızlı bir şekilde yaygınlaştırılmaktadır. Bu kademede amaç öğrencileri daha çok ilkokula hazırlamanın dışında, bazı temel kuralları öğretmek ve uygulatmaktır. Bu kademedeki eğitim bence bir yılı geçmemeli ve daha alt yaşlara inmemelidir. Daha alt yaşlardaki çocukların sabah uykularını alamamaları, okuldan sıkılmalarına yol açabilmektedir. Okul öncesi eğitim, süresinin uzaması öğrencilerde bıkkınlığa sebep olmanın dışında, ilkokul müfredatına kaymaları da ayrı bir tehlikedir.

İlkokul en yaygın olan eğitim aşamasıdır. Özellikle 1980’li yıllardan sonra başlayan taşradan şehre göç, kırsal yerleşmelerin boşalmasına, kentsel alanlarda ise nüfus yığılmasına yol açmıştır. Nüfus yapısı ve dağılışındaki bu değişim, ilkokul eğitimini derinden etkilemiştir.

Taşradaki köy okullarının birçoğu kapanmış, taşımalı sisteme geçilmiştir. Taşımalı sistem, muhtemel trafik kazalarının yanında, bu yaştaki çocukların psikolojilerini de olumsuz yönde etkilemiştir. Bazı köy okullarında birleştirilmiş sınıflar, hâlâ vardır. Aynı sınıfta, aynı anda birden fazla sınıf öğrencilerinin tek öğretmenden ders almaları ise eğitimin kalitesini aşağı çekmektedir.

KALABALIK SINIFLAR ÇOĞALDI

Kent yerleşmelerindeki okullarda öğrenci yığılması meydana geldiğinden, günümüzde artık pek çok okulda tek sınıfta 60-70 öğrenci öğrenim görmektedir. Okullar ikili eğitime geçmek zorunda kalmıştır. Özellikle okuma yazma öğrenme aşamasında olup bire bir ilgi bekleyen 1. sınıflardaki kalabalık öğrenci varlığı, öğretmenlerin işini oldukça zorlaştırmaktadır. İkili eğitim, dersler arasındaki teneffüs sürelerini kısaltmış, öğrencilerin oyun oynama, tuvalet ve yemek ihtiyaçlarını karşılamalarını neredeyse imkânsız hâle getirmiştir. Gündüz sürelerinin kısaldığı kış mevsiminde, sabahçı öğrenciler gün ağarmadan yollara dökülmekte, öğlenci öğretim öğrencilerinin eve gelmeleri ise yatsı ezanından bile geç olmaktadır.

Velilerin okul seçmeleri, adrese dayalı kayıt sistemini aşmaları için geçici ev kiralama, hedef okul adresindeki tanıdıkların elektrik, su, telefon, doğalgaz aboneliğini geçici olarak üzerine almalar yaşanmaktadır. Velilerin öğretmen seçmeleri ve okul yönetimlerine müdahale eder hâle gelmeleri ise ayrı bir garabettir.

Sınıf tekrarının olmaması, bir alt müfredatı kaldıramayan öğrencinin üst sınıfa geçmesi anlamına gelmektedir. Alt sınıf derslerinden başarısız olan öğrencilerden, üst sınıf derslerinden başarılı olmalarını beklemek ne kadar mantıklıdır? Ayrıca bu çağdaki öğrenciler, sınıfın en tembel, en çalışkan öğrencilerini açıkça ifade ederler. Bir sonraki yılda en tembel öğrencinin bile üst sınıfa geçtiğini görmek çalışkan öğrencilerin şevkini kırmakta, çalışmanın ve başarılı olmanın bir anlamı olmadığı duygusuna sebep olabilmektedir.

KAYIP YILLAR

Son düzenleme ile 4 yıla çıkarılan ortaokul eğitimi, aslında eğitimin en önemli aşamalarından birisidir. Bu dönem, çocukların kabiliyetlerine göre yönlendirilmesi gerektiği safha olmanın dışında, ergenlik yaşlarına geçiş aşamaları olması hasebiyle oldukça önemlidir. Fakat ortaokul eğitimi sadece kültür dersleri ile doldurulmuştur. Son iki yılında da daha iyi bir lise kazanma amaçlı özel ders ve kurslara yoğunlaşma söz konusudur. Bu yıllar bence özellikle akademik yeteneği olmayan ve mutlaka uygun bir mesleğe yönelmesi gereken gençler için kayıp yıllardır!

Hedefi olmayan bu gençlerin sınıflarda, dört duvar arasında tutulmaya çalışılması hem öğretmenlerin, hem de okul yönetiminin işlerini zorlaştırmaktadır. Eğitim müfredatı sınıftaki öğrencilerin eşit seviyede olmamasından dolayı uygulanamamakta, başarılı öğrenciler de bu sınıflarda eziyet çekmektedir.

ZARARLI ALIŞKANLIKLARA YÖNELME

Liseye geçiş sınavlarından sonra en başarılı öğrenciler Robert Koleji, Galatasaray Lisesi, Fransız ve Alman liseleri gibi kurumlara gitmekte, kalanlar da fen ve Anadolu liselerinden başlayarak aşağıya doğru, mahalle liselerine paylaştırılmaktadır. Başarı oranı düşük liselerdeki öğrenciler “Ağaç yaşken eğilir” prensibinin tersi yapılarak eğitilmektedir. Ergenlik çağına gelmiş, hedefi olmayan, ancak yaş itibarıyla enerjilerinden yerinde duramayan bu gençler, sosyal medya, internet, çevredekilerin etkisiyle bazı zararlı alışkanlıklara yönelmektedirler.

Alkol, uyuşturucu, sigara kullanımı ve benzeri zararlı alışkanlıklar, bu dönemde daha yaygınlaşmakta, okulda disiplin problemlerine sebep olmaktadır. Aynı gençler aileleriyle de sorunlar yaşamakta, bazen basına düşen, kültürümüze, inancımıza, en nihayetinde insanlığa uymayan adli vakaların yaşanmasına neden olmaktadır.

Öğrenciler üniversiteye geçiş sınavlarından sonra başarı durumuna göre fakülte ve yüksekokullara kayıt olmaktadır. Önemli bir kısmı 2. hatta 3. sefer tekrar sınava hazırlık yapmak için tercih yapmamaktadır. Tekrar imtihana hazırlanıp hedefine ulaşamayan öğrenciler, aldıkları puanlara göre açık öğretim dâhil okul tercihi yaparak kayıt olmakta veya yükseköğretimden vazgeçmektedir. Ancak bu sefer kişi 25-27’li yaşlara gelmekte ve bu aşamadan sonra elinde bir mesleği olmayan, yaşları itibarıyla mesleki eğitim çağı da geçmiş çok ciddi bir genç nüfus karşımıza çıkmaktadır.

Tıp fakülteleri hariç, lisans eğitiminin bütün bölümlerinden mezun olanlar mesleğe atanmak için tekrar sınava girmek zorunda. Geçmişte üniversiteyi kazanmak amaçken, artık araç olmuştur. Eğitim fakültelerinden mezun olan ve öğretmen belgeleri alan gençlerin, mesleğe atanabilmeleri için hâlâ dershanelerdeki öğretmenlerden ücret ödeyerek ders almaları çok onur kırıcı olmaktadır.

YÜKSEK LİSE GİBİ FAKÜLTELER

Fakülteler âdeta yüksek lise, yüksekokullar ise yüksek ortaokul durumuna düşmüştür. Atanma ve piyasada iş bulma ihtimali fazla olan bölümlerdeki öğrencilerin motivasyonu ile olmayan bölümlerdeki öğrencilerin motivasyonları aynı değildir. Ülkemizde yılda sadece 50-100 arası atamanın yapıldığı coğrafya öğretmenliği için fen edebiyat fakültelerinin sadece birine, 180 öğrenci kontenjanı vermenin izahı nedir?

Öğretmen ihtiyacı az olduğu gerekçesiyle eğitim fakültelerindeki bölümler kapatılırken, misyonu bilim insanı yetiştirmek olan fen edebiyat fakültelerinin aynı bölümlerine öğrenci yığmak mantıklı mıdır? Aynı fakültede bile İngilizce, matematik, sınıf öğretmenliği gibi atanma ihtimali daha fazla olan alanlardaki ders işleyişi ile fizik, kimya, biyoloji, sosyal bilgiler öğretmenliği sınıflarındaki ders işleyişi farklı oluyor. Çünkü bir tarafta atanma imkânı yüksek ve güdülenmiş ciddi öğrenci grubu var, diğer tarafta ise ne yaparsa yapsın atanma ihtimali çok düşük umutsuz bir öğrenci grubu bulunmaktadır. Bu örneği tüm fakülte, yüksekokul, bölüm ve anabilim dalları için verebiliriz.

TAYİN PROBLEMİ

Fakültelerini bitirip atanan kişiler için sıkıntı yoktur. Mesleklerini icra edip, evlenip hayatlarına devam etmekteler. Ancak atanamayanlar için son derece zor günler başlamaktadır. Ailelerinden uzakta, kendilerine eğitim için ayrılan bütçe, aldıkları eğitim burs ve kredileriyle lisans eğitimini bitiren fertler, ailelerinin yanına dönmektedir. Aileden ayrı kısmen bağımsız ve ayrı bütçeli bir dört yıldan sonra aile yanına gelmek onları zor durumda bırakmaktadır. Gençler çıkış yolu bulamamakta, diğer taraftan işi olmadığı için evlilik için adım da atamamaktadır.

Üniversite mezunu kişiler; garson, bulaşıkçı vs. işleri gururuna yedirememekte, mesleği olmadığı için başka bir şey de elinden gelmemektedir. Bu durum da sosyal problemlere, aile içi çatışmalara sebep olmaktadır.

Yüksek lisans, doktora eğitimine devam edenler ise bir işe sahipse veya asistan kadrosu almışsa işler yolunda demektir; aksi takdirde ekonomik olarak ailesine bağımlılık devam etmektedir. Okulda hocaların ideolojik ve psikolojik baskıları ise hakeza... Doktora eğitimini tamamladığı hâlde boşta gezen gençlerimiz var. Akademik çalışanlar doçent olana kadar, genelde özgürce fikrini beyan edemeyen, pısırık bireyler olmaktadır.

Velhasıl eğitimi sistemimiz, maalesef toplumdan ve gerçek hayattan kopuk vasıfsız insanlar yetiştirmektedir. İnsanlar 30-35’li yaşlara gelmiş oldukları hâlde kendi ayakları üzerinde duramamakta, emekli aile büyüklerinin maaş katlarına mahkûm olmaktadırlar. Bu durumda mutsuz, gelecekten umutsuz, işsiz veya sevmediği işi yapmak zorunda olan bir kesim ortaya çıkıyor. Evlenme yaşı ötelenmekte, evlilik oranları düşmekte, boşanmalar artmakta, nüfus artış oranımız düşmektedir. Bu da ilerleyen yıllarda daha farklı sorunlara yol açacaktır. Öz güveni olmayan bir nesille 2023, 2053 ve 2071 hedeflerine ulaşmak mümkün mü? Oysa işi, aşı, eşi olanların yolda yürümeleri bile farklı olmuyor mu?

Prof. Dr. İbrahim Aydın

Balıkesir Üniversitesi NEF Öğretim Üyesi

iaydin@balikesir.edu.tr