Av. Fatih Davran paylamış, 10 yıl önce bu fotoğrafı.
Altına da yazmış;
“Cemal Ergenç başkanımız şafak sayıyor”
Facebook önüme getirdi, koydu.
“Hatırla” dedi.
Evet hatırladım.
2009-2014 Belediye Başkan Yardımcılığı.
Yerel seçimlere 3 gün kalmıştı.
Tarih 26 Mart 2014
Son günler.
Şafak sayıyordum.
Sosyal medyada çok aktif olmama rağmen
5 yıl boyunca ben makamdan sosyal medyaya hiç ama hiç foto atmamıştım.
Özel hobilerimden, düşüncelerimden, siyasi tercihlerimden bir sürü şey paylaşırken makamdan bir kez olsun fotoğraf koymadım.
Atmamayı yeğledim.
Onlarca kez Ankara’da mecliste ve bakanlıklarda bulundum.
Ama sessiz sedasız gidip, sessiz sedasız döndüm.
Yüzlerce programda protokolde olmam gerekirken, önde koltuğum ayrılmışken, programı en başından sonuna ben organize etmişken, aralarda, arkalarda bir köşede gönlüme göre bir dostun yanında hazirûnun içinde oldum.
Bürokratik karelerden, bakanla çekilen fotolardan, milletvekilleriyle yenen yemek sahnelerinden, meclisin kulislerindeki sohbetlerdeki görüntülerden hep kaçtım.
Belediyeye ziyarete gelen başkanlar, vekiller, müdürler oldu. Fotoğraflar çekilindi ama sosyal medya arşivime hiç yansımadı.
Kendimi o sosyal komünün içinde hep yabancı gördüm.
Doku uyuşmazlığı oldu, giremedim.
Daha sonrasında gelen görev tekliflerini de reddettim.
İyi de yaptım.
Hizmete talip olup, görev adamı olanlar ve aşkla bunu ifa edenler hariç, insanlar bu koltuk için neden bu kadar mücadele ederler hala anlayamıyorum.
O makam o kadar ağır sorumluluk ki, o koltuk o
kadar iğneli ki, isminin başına gelecek bir sıfat için, altında çalışanların önünde ceketini iliklemesinden keyf almak için, koltuğun verdiği yükseklikten etrafı seyretmek için buralara talip olanların aklına şaşıyorum.
Tabi bir de siyasetin ve makamın, avantalı tarafları da var.
Olmayacak işlerin anında hallolur, tarlan, arazin imarda arsaya döner, diktiğin apartmanlarda 2 şer kat fazlalığı kimse görmez, ticaretin tahmin edemediğin kadar çok artar.
Bu liste onlarca örnekle uzar gider.
Bu şekilde gaflete düşenleri de Allah affetsin.
Biz kaybedenlerden olduk!
Yanlış anlamayın fikri veya siyasi kaybeden değil.
Dörtgözle devretmek için gün saydığım koltuğu kaybeden, hiç değil.
Madden kaybettim.
İlk defa kendimle yüzleşerek ve dillendirerek yazacağım.
Bu devranda herkes kazanırken ben koşturmaktan ve yürüyen işimle ilgilenememekten, işimi güncelleyememekten, işyerine uğrayamamaktan kaybettim.
2009’da yerel seçimlerde seçildiğimde 5 personelli yürüyen bir ticarethanem, 2 dairem, biri servis aracı olmak üzere 2 aracım, ve borcum yokken;
2014’de başkanlıktan ayrılırken ağır aksak giden bir dükkan, 1 daire ve araçsız bir yığın borçla elime bakıyordum.
Siyasetin yaramadığı adam olarak numuneler arasındayım.
Elhamdülillah!
İşimiz de iyi, şükrümüz de ebed.
Herşey nasip iledir.
Şikayetimiz yok.
Siyasetimi eleştirebilirsiniz ama ufkuma, ticari manevralarıma, iş bilirliğime, yöneticiliğime laf söyletmem.
Öyle olsa yurtdışı menşeili bir markanın Güney Marmara Bölge Bayi’nde yöneticilik yaptırmazlardı herhalde.
Bu yazı biraz hasbihâl tarzında oldu.
Bu payımıza birazcık gündeme dair içimizi döktük.
“Bir dokun bin ah işit” derler ya hani.
Öyle değil vallahi.
Tebessümlerle yazıyorum.
Bak tebessüm dedik de aklıma gelen ve hatırladıkça gülümsediğim bir Ankara macerasıyla toparlıyayım mevzuyu.
Dursunbey’in Odaköy sınırları içinde büyük bir maden şirketi, kapattığı maden ocağını ve dev çukuru kimyasal atık toplama yeri yapmak için tüm izinleri almış, tüm Ege ve Maramara’nın kimyasal atığını buraya dökebilmek için alacağı ÇED raporu aşamasında bizim belediyenin iznine takılıp kalmıştı.
Katı duruşumuzu sergilemek için ben, belediyede mali hizmetler müdürü ve memur bir arkadaşla Ankara’ya gitmiştik.
Belediye resmi plakalı aracı. Ama direksiyonu hiç kimseye vermeme takıntım yüzünden, aracı sürmesi gereken memur abimi arkaya oturttum, direksiyonda ben, yanımda da müdürüm var. Ben her zamanki gibi salaş kıyafetlerle.
Ankara’da otelin önüne yanaştık. Resmi plakayı gören vale arka kapıyı açtı, memur arkadaşa buyur etti. Ben direksiyondan indim. Serancamı hiç bozmadan memur arkadaşa “Başkanım tamam siz geçin, ben eşyalarınızı getiririm” deyip bagajdan kendi takım elbisemi ve eşyalarımı aldım. Lobide ve receptiyonda aynı kurguyu devam ettirdim.
Müdürüm resepsiyonda oda kaydını yaptırıyor, ben hemen arkasında ayakta elimde takım elbisem ve çantam, memur arkadaşa “başkanım siz geçin şöyle oturun, biz hallederiz” dedikçe kulaklarına kadar kızarıyor memur abim.
Aslında herkes mutluydu.
Ve gayet eğlenceliydi.
Makamın verdiği etiketle oralarda ayakta karşılanmaktan ve önünde “efendim” diye diye hareket edilmesinden daha güzeldi.
Ama….
Ama; adamlar o davranışlar için, o önünde eğilmeler için, o iltifatlar için, #BAŞKANIM dedirttirmek için istiyor bu işi kardeşim.
Onun için siyasetin içindeler.
Herkes Cemal Ergenç değil ki…
Kalın sağlıcakla.
(Beni aktif siyasetin içine zorla sokan sayın #valim sizin de kulaklarınız kızarsın azıcık)