Hrant Dink'in katili belli ama örgütü meçhul. Herkesin 'var' dediği 'örgütü' mahkeme bulamadı.
Yargı süreci 5 yıl sürdü. Karar kamu vicdanını tatmin etmedi. Hakim bile 'Beni de tatmin etmedi' dedi. Böylesine Türkiye ilk kez tanık oldu.
Cumhurbaşkanı Gül, karar sonrası rahatsızlığını dile getirdi ve 'Dava henüz bitmedi' dedi. Dosya Yargıtay'a gitti. Yüksek yargı kararını vermedi. Değerlendirme aşamasında...
Önceki gün ilginç bir başka gelişme oldu. Devlet Denetleme Kurulu, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün talimatıyla başlattığı çalışmasını tamamladı. Hazırlanan rapor kamuoyuna açıklandı. Kamu görevlilerinin isimleri ve eylemleriyle ilgili bölümler 'gizliliği ihlal etmemek' için karartıldı.
Raporda birbirinden değerli tespitler var. Onlara geçmeden Devlet Denetleme Kurulu'nun yaptığı çalışmaların önemli sonuçlar doğurduğunu söylemeliyim. Muhsin Yazıcıoğlu araştırması bunun en iyi örneği. Kurulun bulguları davanın derinleşmesini sağladı. 'Kaza mı yoksa suikast mı?' tartışmasında suikast olduğu yönündeki iddiaları güçlendirdi.
Görünen o ki Hrant Dink raporu da benzer, hatta daha ileri sonuçlar doğuracak. Dink'e yönelik tehlikenin Jandarma ve Emniyet tarafından bilinmesine rağmen istihbarat birimlerinin işbirliğine gitmediği vurgusu ile 'ağır bir kamu hizmet kusurunun oluştuğu' tespiti önemli. Buradan devletin Hrant Dink'i koruyamadığını itiraf etmesi ve suçunu kabullendiği sonucunu çıkarmak mümkün.
Cinayet göz göre göre geldi. İstihbarat ve güvenlik birimleri tetikçinin Trabzon'dan yola çıkışından da haberdar, İstanbul'a gelişinden de... Buna rağmen engellenemedi. Raporda dikkat çekici tespitlerden biri şu: Cinayette ihmali olduğu öne sürülen ancak haklarında soruşturma açılmayan kamu görevlilerinin cinayete iştirak, suça yardım ve azmettirme gibi suçlardan soruşturulması, ardından yargılanması gerektiği...
Kamu görevlilerinin kim olduğu malum, en başka MİT ve Jandarma... İstanbul Valiliği'nde Dink'i uyaran MİT görevlileriyle ilgili bir ayrıntıya yer veriliyor: Başbakan'ın o MİT mensuplarının soruşturulması için izin vermesine rağmen savcılığın 'zaman aşımı' yüzünden takipsizlik kararı verdiği...
Raporun büyük bölümünde yargı sürecine ağır eleştiriler yöneltiliyor: 'Dink'i vuranlar çok kısa sürede yakalanmasına rağmen soruşturma ve yargılama süreci aynı oranda etkin, düzenli ve hızlı sürdürülemedi.'
5 yıl kısa bir süre değil, bazı bulgulara ulaşmak için yeterli. Ayrıca Türkiye'nin iklimi de değişti. Yaşanan çetelerin, örgütlerin, suç şebekelerinin yer altından yer üstüne çıktığı, uzandığı yerlere bakmaksızın hesap sorulduğu bir dönem... Buna cuntaları da mafya tipi yapıları da ekleyebilirsiniz. Bu süreci yargının fark etmemesi mümkün değil.
Hrant Dink'i tehdit eden kimi isimler Ergenekon davasından tutuklu olarak yargılanıyor. Tetikçi yakanladıktan sonra örgütü bulmak eskiye oranla çok daha kolay. Bir bölümü gün yüzüne çıktı çünkü. Sokaktaki insanın bile 'var' dediği örgütü yargı ortaya çıkarabilmeliydi. Raporda bu noktaya özel vurgu var.
Devlet memurlarının korunmasına ilişkin eleştiri çarpıcı... 'Memurların İttihat ve Terakki'den beri korunduğuna' dikkat çekilirken rapora yansıyan şu cümleler acaba sadece bir zihniyetin, bir anlayışın eleştirisi mi: 'Memurları korumak amacıyla yapılan düzenlemeler pratikteki uygulamasıyla toplumdaki adalet duygusunu zedeleyerek devlete olan güvenin sarsılmasına neden olmuştur.'
Bu önemli tespitler herhalde raporun sayfaları arasında kalmayacak, dosyanın yeniden açılmasını sağlayacak. Umarım bu kez yürütülecek çok yönlü soruşturma 'örgütü' ortaya çıkarır...