Okullar bahar yarıyılına Fatih projesinin geniş imkânlarıyla başladılar. İlgilileri tebrik ediyoruz.
Bu sayede Türkiye'de öğretim problemlerinin büyük bir kısmı aşılabilecek gibi görünüyor. Ancak yalnız başına öğretimin yeterli olmadığı, buna paralel olarak bir de eğitimin sürdürülmesi gerektiği gerçeği hâlâ ortada duruyor. Maalesef son yıllarda öğrenciler arasında çeteleşmelerden, okullarda şiddetten, kötü alışkanlıklar ve bağımlılıklardan sık bahsedilir oldu. Sınıf yönetiminin yetersiz kaldığı durumlarda, yani öğretmen-öğrenci münasebetlerinin bozulduğu hallerde gençlerimizin kötü emelli kişilerin tuzaklarına düşmeleri kolaylaşmaktadır. Oysa okullar, aynı zamanda bizim toplumsallaşmamızı sağlayan kurumlardır.

Cumhuriyeti kuran kadro, isabetli bir kararla üç kurumun başına "millî" sıfatını koymuştur. Milli Eğitim, Milli Kültür ve Milli Savunma.

Bu üç bakanlık bizim toplum olma bilincimizi sağlayan üç alan olarak görev yapmak zorundadır. Bu üçünde bozulma başlarsa millet olma özelliklerimizi yitiririz çünkü. Nitekim bu üç kurum bilerek veya bilmeyerek yıpratıldığında, ülke bireyleri arasında millet olma bilinci kaybolur, toplumumuz bireysel hayatlar yaşayan devasa bir kalabalığa dönüşür. Bugünkü fotoğrafımız tam da budur. Pek az kişinin ortak bilinci, ortak değerleri, ortak kutsalları bulunmaktadır artık.

Oysa millet olabilmemizin ortak bilinci, bireylere aileden ziyade sınıfta ve okulda kazandırılmak zorundadır. Yani bugün adı ne olursa olsun öğrencilerimize musallat olan her türlü sorunun çözüm yeri sınıftır ve sınıf, öğretmenin yönettiği bir orkestra, liderliğini yaptığı bir takımdır. Öğrenciler arasındaki iletişim ve ilişkileri kurup bunların düzenlenmesi ve geliştirilmesi öğretmenin görevidir. Bunun için önce öğrencileriyle kendi arasındaki iletişimi gerçekleştirmek zorundadır. Veriler onu gösteriyor ki, öğrencilerin birçoğu kendisinin veya görüşlerinin önemsenmediğinden şikâyetle kötü yollara sapıyor, belki görüşlerinin önemsendiği çetelere katılıyor. Bu noktada toplumun ahlak anlayışı yahut kültürel değerlere bağlılığı önemli rol oynamaktadır.

Çünkü toplum ahlakının belli bir yaptırımı vardır ve doğrudan doğruya bireylerin vicdanında karşılık bulur. Kulun Rabb'e, evladın ebeveyne, öğrencinin öğretmene, memurun amire vs. uzayıp giden ilişkiler zincirinde ahlak kuralları bütün yasalardan ve yaptırımlardan öndedir. Modern eğitim sistemleri öğretmenlere ve öğrencilere sayısız hak ve sorumluluklar tanıyabilir, davranış biçimleri önerebilir, tavsiyeler sunup yaptırımlar önerebilir; ancak bunların hiçbiri geleneksel ahlak kuralları kadar önemli ve etkili olmayacaktır. Yasalara dayalı davranış biçimi ile vicdana dayalı davranış biçimi arasında her zaman vicdan lehine haksız rekabet olagelmiştir. Bunun için aşağıda size öğretmen ile öğrenci arasında geleneksel kültürün bize sunduğu ahlakî değerlere dayalı kuralları sıralayacağım. Bunların bazılarını modern eğitim metotları arasında bulmak da mümkündür.

Aralarındaki fark, birincisinin vicdanda, ikincisinin yönetmelik maddelerinde yer alıyor oluşudur. Eski kitaplara göre öğretmen ahlakını oluşturan kurallar şöyle sıralanır: Öğretmen, mutlaka (1) yumuşak huylu olmalı, (2) ağırbaşlı olmalı, (3) salim ve dinlenmiş kafaya sahip bulunmalı, (4) mesleğinin zorluklarına katlanmalı, (5) talebesine örneklik etmeli, (6) malayaniden uzak durmalı (öğrencisiyle şakalaşmalı ama alay etmemeli), (7) sınıfta sessizliği temin etmeli, (8) zayıf ve aciz talebeye sabırlı davranmalı, (9) soruyu dikkatle dinlemeli ve anladıktan sonra cevaplamalı, (10) doğruyu kabul etmeli, (11) mazereti kabul etmeli, (12) talebesini zararlı bilgilerden korumalı ve (13) talebelerine eşit davranmalıdır. Bu kuralları modern pedagojinin önerdiği birkaç davranış biçimiyle desteklemek gerekirse, öğretmen, ders dışında da öğrencisiyle iletişimde olmalı, gerekirse onun sorunlarını dinlemeli, güler yüzlü olmalı, gerektiğinde şakalaşmalı, sınıf içinde ve dışında öğrencinin etkinliklerini desteklemeli, sınıfın kurallarını öğrencileriyle birlikte belirlemeli, notu baskı aracı olarak kullanmamalı, ödüllendirme ve cezalandırmada aşırılıktan kaçınmalı, okul-aile-öğretmen sacayağını oluşturmalıdır.
Yine eski kitaplara göre öğrenci ahlakını oluşturan kurallar da şöyle sıralanabilir: Öğrenci mutlaka (1) öğretmenine selam vermeli ve o oturmasını söyleyesiye kadar huzurunda ayakta beklemeli, (2) daima edepli ve saygılı olmalı, (3) öğretmenine karşı az konuşmalı, sorulmadıkça söylememeli, (4) itiraz etmemeli, (5) soru sorarken bilgiçlik taslamamalı, hele başkalarının fikirlerini öne sürerek öğretmenini cahil gösterecek davranışlardan kaçınmalı (gerçi bu tür bilgili öğrenciler artık kalmadı ya), (6) ders esnasında fısıldaşmamalı, (7) öğretmeninin yorulduğunu veya sıkıldığını görünce susmalıdır.
Gerek Milli Eğitim Bakanımız Sayın Ömer Dinçer, gerekse bakanlık yetkilileri, şüphesiz bu söylediklerimizi biliyorlardır. Acaba diyorum Fatih tabletlerin içine bu türden ahlak kuralları da yerleştirilse miydi? Kim bilir, belki de öğrencilerimiz aynı kuralları evlerine de taşır, çocuk ile ebeveyn, işçi ile patron, memur ile amir arasında da toplumsal ahlakın inşasına katkıda bulunurlardı.