Sosyal medyada 3-5 gündür “Challenge” çılgınlığı yaşanıyor.

Kültürel köklerimizde yeri yok ama sosyal medyanın prensiplerimizi değiştirme gücüne teslim olduk.

Challenge, İngilizce “meydan okuma” demek.

Bir kişi 20’li yaşlarındaki fotoğrafını bir başkasına göndererek meydan okuyor. O kişi de başkasına…

Uygulamada özne var, meydan okunan yok ya da herkes!

Meydanı boş bulma arayışımızın sınırlarını test ettik.

Sosyal medyanın bizi ne hale getirdiğini görme fırsatı oldu.

Pandemi sürecinde duygu dünyamızın altüst olduğunu da dehşetle fark ettik.

Yalnızlaşmanın sınırına dayananları gördük.

Oysa biz bu dünyada yalnız olmadığımıza inanmış, yaratıcının ruhumuza yerleştirdiğini kabul ettiğimiz “orta yol”da yürümeye ikna olmuştuk.

Yalnızlaşma sadece çağımızın sorunu değil.

İnsanın var olduğundan beri “yalnızlık” ürpertici bir duygu olarak varlığını sürdürüyor. Unuttuğumuz, belki de hatırlamak istemediğimiz bu potansiyel tehdit, pandemi döneminde saklandığı yerden başını göstermeye başladı.

Nefsinin arzularına düşkünlük potansiyelini ortaya çıkaran aldatıcı yollar çoğaldı.

Kendini her şeyden ve ötekinden üstün görmeyi teşvik edici yöntemler arttı.

KENDİNİ SEV, ÖTEKİNİ EZ

Mutluluğu tek temel hedef kabul etmeye meyyal olan insan, evlere kapanmanın huzursuzluğunu, “kendini tanıma” fırsatına çeviremedi.

İnadına azgınlık ölçüsünde zaaflarını tetikledi.

Şehirleştikçe medenileştiğimiz yanılgısını yüzümüze vurdu.

Virüsün insandan insana sirayet eden tehdidi karşısında ilkel yanlarımız su yüzüne çıktı.

Mesafe”yi ötekinin de yaşam hakkına saygı amacından uzaklaştırdı.

Kişisel çıkarların korunması hedefine yöneldi.

İçimizde ne çok bencillik duygusu biriktirdiğimizi, evlere kapandığımızda idrak ettik.

Bütün bunların yanı sıra bir de işin başka boyutu var.

Uğraşları ruh dünyasının inşası olan bazı psikologlar, “kendini sev” propagandasına girişti. Huzursuzluk hallerinden kurtulmak için kişilerin kendi içine çekilmesini önerenler, kendini sevmeyi narsist ölçülere vardıracak kadar yoldan çıkardı.

Kendini keşfet, sev, yeniden yarat…” Ne kadar çekici geliyor değil mi?

Bir insanın bir anda değişmesini öngören bu sözler kandırmacadan başka bir şey olamaz.

Kendini öyle sev ki, öteki isterse ezilsin düzeyi narsizmin vardığı nokta…

Oysa kendine karşı ölçüsüz sevgi duyan kişi, başkalarının hayranlığını ister. Bu ihtiyaçtır.

İşte challenge çılgınlığındaki tehlike de burada yatıyor.

Kendisine aşırı sevgi ve abartılı narsist duygular besleyen kişiler yarattıkları benlik imgesinden asla vazgeçmez.

Bunun için daima genç, kusursuz, vazgeçilmez, başarılarını sürdürmek ve hep öyle kalmak uğruna yaşadığı hayal kırıklıklarının vebalini de kendisi dışındakilerin üzerine yıkar.

KUSURLARINLA İNSANSIN

Başkasından intikam almanın tek yolunun “başarı” olduğu görüşünü savunan bazı psikologlar, eski çağlarda yaşamış düşünürlerin hangi bağlamda söylediğini araştırmadan özlü sözlerini referans gösteriyor.

Başarılı olmaya, boş özgüven taşımaya teşvik eden psikologlar, “Kendini sev, çok başarılı ol. En büyük intikam başarıdır. Seni sevmeyenleri kıskandırır” sözüne yaslanıyor.

Dalfi tapınağındaki “kendini tanı” uyarısındaki yazıt tam olarak “tanrı değilsin, insansın, kusurlusun, mükemmel değilsin” der.

Kendini aşırı seven, kendi “ben”inden ötesini göremez, sadece kendisiyle meşguldür.

Bu kişiler başkalarından önce kendilerini düşünür. Başkalarıyla çıkarı için arkadaşlık yapar. İnsanları kolayca ele geçirirler, ilgilerini kazanır. Bütün bunlar erdemli, derinlikli arkadaşlıkla bağdaşmayacağı için nihai kaderleri yalnızlıktır.

Sartre der ki; Yalnızlık, düşündüklerinizin kafanızın duvarlarına çarpıp tekrar içerde kalmasıdır. Yalnızlık etrafında kimsenin olmaması değil; seni anlayan birilerinin olmamasıdır.

Yani her çağda insanı tehdit eden bir yalnızlık sınırı vardır.

İçinde yaşadığınız evren ile içinizde yaşattığınız evren arasına kurabildiğiniz bağ kadar mutlu olabilirsiniz” der Anton Çehov…

İnsanın görmek istemediği, farkına varmak istemediği her his, bir gün mutlaka kendini hatırlatır.

İçimizdeki narsist kişinin özelliklerini hep başkasına yakıştırarak kurtulmanın imkanı yoktur.

O duygu varsa içimizde, “kendini tanı” sözünün muhatabı olduğumuzu hatırlamakta yarar var.

Bugün bize uzak gibi duran o yalnızlaştıran duygu, bir gün kaderimiz olabilir.

Hele bu ortamda fiziksel olarak yalnızlaştığımız dünyada o duygunun ruhumuzu sarmasına, hayatımıza sızmasına izin vermemek için kendimizi iyi tanımak, yeniden benlik inşa etmek gerekebilir.