Parlak sözler, yeni kavramlar ilginizi çekebilir. Fakat zihninizde karşılığı yoksa sizin için anlamı yoktur.
İçinde yaşadığımız çağın temel sorunlarına karşı ortak şikâyet dili oluşturulmasına karşın aklı başında çözüm önerileri pek az kişiden geliyor.
Üstelik soruna yaklaşım da sorunlu…
Algoritmik düşünce kusurlu!
Algoritma mı?
Bir problemi çözmek veya belirli bir amaca ulaşmak için çözüm yolunun adım adım tasarlanmasıdır.
Son zamanlarda Zülfü Livaneli’nin sosyal medyadaki algoritma açıklamasını görmüşsünüzdür. Üstelik bunu kişisel çabasıyla kütüphanelerde eski yazma eserler arasından bulup çıkarmış bilgi edasıyla yapıyor.
Sözlerini tam olarak Google açıklamasıyla veriyorum:
“İlk algoritma, el-Hârizmî tarafından "Hisab el-cebir ve el-mukabala" kitabında sunulmuştur. Algoritma sözcüğü de el-Hârizmî'nin isminin Avrupalılarca telaffuzundan doğmuştur.”
Livaneli demek istiyor ki, “araştırmıyorsunuz, bilmiyorsunuz!”
İletişimin kusurlu yollarına saptığımızı daha önce “kadife karanlık” başlıklı makalemde anlatmıştım.
Nereye gittiğini bilmeden, öğrenmek istemeden yeni yollar açan insanoğlunun üzerini örten kadife karanlığı aydınlatmak, bir yerlere gömülmüş olan hakikat güneşini çıkarmak ancak bilimsel düşüncenin rehberliğinde olacaktır.
Yoksa spirütüel (ruhsal) tecrübeler, çağların gerisinde kalmış çözümler günümüzün sorunlarına çare olamıyor, olamayacak.
HAYATIMIZ ELE GEÇİRİLDİ
Sosyal medya, hayatımızı ele geçirdi.
Elinde cep telefonuyla uyanan insan, farkında olmadan bu bağımlılığın esiri oldu.
Sosyal medyanın efendisi olduğunu sanan aynı insan, kölesi olduğunu anladığında da, eğlence ve bilgi edinme aracı olarak kullandığı tesellisine sığınıyor.
Nöropazarlama (beyin fonksiyonlarının ürün ve hizmet pazarlamasında kullanılması) yöntemiyle daha fazla kazanma peşinde olanlar için sizin hayatınızın değeri yok. İnanın yok!
Bağımlısına istediği her şeyi satan, birinin ömrü boyunca kazanamayacağı parayı saatler içinde kazanan sosyal medya, ölüp biten insanı asla umursamıyor. Tek dertleri sizin ekranda kalış sürenizi uzatmak…
Kısacası sizi hayattan koparmak!
Günde ortalama 150 kez sosyal medya hesaplarına tıklıyoruz, ortalama 50 dakikamızı sosyal medya hesaplarında geçiriyoruz.
Kararınızı verin:
Sosyal medya sizin için eğlence aracı mı, dikkatinizi dağıttığı kanıtlanan bir araç mı?
Ciddi düşünün ve karar verin. Yoksa ciddi bir tehlike ve tehdit altındasınız.
Devam edelim, en önemlisi geliyor…
ODAKLANAMAYANLARDAN MISIN?
Son zamanlarda sıkça duyuyorum şu sözü:
“Hiçbir şeye odaklanamıyorum”
Üstelik “odaklansan dünyayı mı fethedeceksin?” diye şaka yapacağımız bir konu da değil.
Ciddi bir sorun. Her yaş ve statüdeki insan için geçerli; odaklanamıyoruz!
Sosyal medyayı herkes eleştiriyor, ardından da “iyi ki sosyal medya var, yoksa nasıl haberleşiriz?” değerlendirmesi…
Sosyal medyayı eleştirmek riskli!
Hemen “hangi çağda yaşıyoruz, çağ dışısın…” eleştirileri gelir.
Bu eleştirilere bir iletişimci olarak göğüs gererim.
Kabul, etkili iletişim alanı… Birbirimize bir şey söylediğimiz alanlar, doğru.
Facebook 2.7 milyar kullanıcıya ulaşmış.
Bu iletişim biçimi insanı olağanüstü değiştirdi.
Farkındasınız değil mi?
Varlık gösterme biçimimiz sosyal medya haline geldi.
5 yıl önce bir kitap çıkardım, adı; Konuşuyorum o halde varım.
Modern felsefenin kurucusu Descartes’in, “düşünüyorum o halde varım” sözünden yola çıkarak kendimizi ötekine gösterme, varlık sürdürme biçimimizi tanımlamak için konuşmayı öne çıkardım.
Sosyal medyanın egemenliğindeki bu çağda insanı tanımlamak oldukça zor.
İnsanı tarif ederken “kendimi gösteriyorum o halde varım” en uygun ifade olur.
Varlığının bilincine düşünerek varan insandan kendini göstererek varan insana dönüştük.
Birine söyleyecek bir sözümüz varsa bunu herkese söylüyoruz.
Sonuç da varlık gösterme çabası ya…
Geldiğimiz noktayı görüyorsunuz. Kişisel ve toplumsal iletişimin boyutlarının vardığı tehlikeye dikkat edin.
Sözlerini asıl söylemesi gerekene değil de, başkasına söyleyen insan kişiliğini onların verdiği tepkiye göre inşa eder hale geldi.
Sosyal medya kişisel olanla toplumsal olanı eşitliyor. Bu eşitler arasında nasıl takdir edileceğimizi kendimiz buluyoruz.
Özel hayatı ortaklaşa yaşıyoruz.