Tillerson’ın özelliği bilinmezse neden göreve getirildiği ve neden alındığı da anlaşılmaz. ABD’nin iki büyük enerji şirketi Exxon ve Mobil’in birleşmesi sonucu uluslararası büyük dev şirket haline gelen ExxonMobil halini alarak Tillerson’un CEO’su olduğu kuruluş. Tillerson bu kuruluşun CEO’luğundan Dışişleri Bakanlığı’na geldi. Ortadoğu’da yaşanan olayların temelinde petrol, dolayısıyla enerji kaynakları ve bu kaynaklara sahip olma yok mu? Akdeniz’de Kıbrıs’ın çevresinde sert bir çatışma yaşanıyor. Tetikler çekilmediğinden hissetmiyoruz. İşin içinde biz de varız. Hatta işin ortasında hatta eli tetiğe en yakın olan da biziz. Çünkü tarihsel gerçeklikle yaşananlar bizim sahamızda gerçekleşiyor. Ve ana oyuncular ExxonMobil’ciler. Kıbrıs çevresinin petrol ve gazının peşinde olanlar bunlar. ABD Savaş gemileri geçtiğimiz günlerde sessiz sedasız Doğu Akdeniz’e geldi. Medyaya yansıyan ve sonrasında ABD’den yapılan açıklamalarla yalanlanan gerçek ortada. ABD savaş gemilerinin ExxonMobil’i korumak için geldiği gerçeği. Bu gerçek ABD kamuoyunda hissedilmesi halinde Trump’ın düşeceği durumu hayal bile edilemez.
Trump’ın Tillerson’u ani bir kararla görevden azletmesi öncesi dikkat çeken ExxonMobil’in Kıbrıs çevresinde iki ayrı gemiyle arama yapmak için gelmesi ve bunların peşinden ABD Savaş Gemilerinin Doğu Akdeniz’e gelişi. Türkiye’nin petrol aranacak bölgede atışlı askeri tatbikat kararı.
Bu işlerin uzmanı değilim. Dikkat çeken detaylar bazı şeyleri gözümüze sokuyor. Sonuçta ABD’nin bir Dışişleri Bakanı’nı gözden çıkarması bazı şeylerin ters gittiğinin göstergesidir kuşkusuz.
Kuşkusuz ABD öksürdüğünde bizde birleri nezle-grip olur. Tillerson’un azledilmesi kuşkusuz Türkiye’yi etkiliyor. Afrin Harekâtı ile askeri sahadan neredeyse kabuğuna çekilen ABD, maşaları ile bizi uğraştırıyor. Bizi piyonları ile uğraştırırken bu kozu kullanarak pazarlıkları yapma kurnazlığı yaşanıyor. Tillerson’un başta Afrin Harekâtı sonrası gelişmeler olmak üzere ABD ile 8 Mart’ta başlayan görüşmelerin ortasında azledilmesi ‘ABD açısından tıkanıklık nerede düğümleniyor?’ sorusunu gündeme getiriyor.
Bir süredir ABD ile hangi pazarlıkların yaşandığını bilmiyoruz. ABD’nin halen ısrarla PKK-PYD-YPG’yi çözüm ortağı olarak nitelemesi devam ediyor. Tillerson sonrası hangi yol izleneceğini bilmiyoruz. Fakat bizim izlediğimiz stratejileri etkileyeceği muhakkak.
Afrin Harekâtı sona doğru yaklaşırken PYD-YPG-PKK unsurlarının tam olarak sıkıştığı şehir merkezinde ABD tarafından yalnız bırakılması üzerine, silahlarını bırakmaları gündeme gelmişti. Fakat bir elin bu durumu askıya aldığı görülüyor. Afrin’in çatışmasız düşmesi halinde Mümbiç ve Fırat’ın doğusu için ABD cephesinde daha büyük bir moral çöküntüsü yaşanma tehlikesine karşılık sanki tedbirler alınıyor. Sonuçta ABD için militanların ölümü veya sağ kalmasının ne kadar önemi var ki? ABD sözcüsünün Türkiye Dışişleri Bakanlığının aksine Mümbiç için herhangi bir anlaşma olmadığı, görüşmelerin devam ettiği açıklaması ortada. Yani ABD’nin Suriye’de pes etmeyeceği muhakkak. Onun için Afrin sonrası Türkiye’nin başarı sarhoşluğuna kapılmaması gerekiyor. Başarı sarhoşluğu ile atılan bazı siyasi adımlar tarihin tekerrüründen ibaret kalır. Kulislerde erken seçim konuşuluyor. Bu kulislerin kaynağı nedir bilmiyorum. Fakat son günlerde medyada bu iddialar köpürtülüyor. Bu iddialar karar vericilerin zihninde midir? Yoksa karar vericileri yönlendirmek isteyen mahfillerin çabası mıdır? MHP Lideri Devlet Bahçeli üzerinden bir erken seçim çıkışı bu iddiaların alt yapısını oluşturuyor.
O nedenle iki tarihi gerçekten yola çıkarak karar vericilerin dikkate alması gereken iki gerçek vardır.
Birincisi Afrin Harekâtı ile elde edilen başarının siyasete yansıması olmaz. Kıbrıs Barış Harekâtı ortadadır. Kıbrıs’ta elde edilen başarı ne Ecevit’in CHP’sine ne de Erbakan’ın MSP’si seçim başarısı getirmiştir. Dağlara taşlara ‘Karaoğlan’ yazmak yetmemiştir. Onun için AK Parti’nin bir delilik yaparak Afrin başarısını seçimde avantajına çevirmeye kalkmamalıdır.
Diğer bir tarihi gerçek ise 2002’de MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin ani seçim kararıdır. Bu karar siyasetteki kargaşaya rağmen MHP’ye yaramamıştır. 1999’da aldığı %18 oy 3 yıl sonra %8’e inmiştir. Bugün ortada siyasi istikrar algısı varken hangi nedenle olursa olsun erken seçim kararı MHP’ye de AK Parti’ye de büyük zarar verecektir.
Eğer siyasi istikrarı zora sokacak AK Parti içinde ve MHP içinde bir tehlike varsa bunu uygun bir dille halka anlatmaları muhakkaktır. AK Parti için siyasi istikrarı bozacak bir dönem potansiyel biliniyordu. Bu potansiyele rağmen Referandum problemi aşıldı. Bu potansiyelin 2019’a kadar harekete geçmesi tehlikesinin boyutunu bilmiyorum. Onun için son dönemdeki erken seçim tartışmalarını AK Parti-MHP Cumhur ittifakının çarpan etkisini azaltmaya dönük olarak görüyorum.
Kısaca tarihi gerçekler yerine gerçeklerin tarihine bakarak hareket etmekte yarar vardır. Şu unutulmasın tarihi gerçekler işi bitmiş doğrulardır. Fakat gerçeklerin tarihi hep devam eder.
Kalın sağlıcakla…