Gazeteciler Cemiyeti, 127 yıllık geçmişi bulunan Balıkesir Basınına, Balıkesir gazetecisine AB vizesini aldırdı, Avrupa'nın kapısını açtı.
"Yerel Medyanın AB Standartlarında Demokrasiye Katkısı: Gazeteciler Avrupa'daki Yerel Medya Yapısını Öğreniyor" adı altındaki proje kapsamında Balıkesir merkez ve ilçelerinden 38 arkadaşımız Almanya, Belçika, Portekiz ve İngiltere'de birer ay süreyle eğitim alacak.
Kimileri için kolay ve 'b...k' atılacak iş olarak görülebilir böyle bir proje.
İsteyen istediği gibi görebilir.
Sorun yok.
"İtler ürür, kervan yürür" derler ya.. aynen öyle..
Yani no problem!
Kalbi olan, yüreğinin sesini dinleyen, akli baliğ olan, hırs ve ihtiraslarını, kin ve öfkesini yenmesini bilenlerin, insan olmanın erdemine ulaşanların nasıl göreceğidir önemli olan..
***
Tarihe not düşme adına şunu söyleyip paylaşmalıyım.
Bakıyorum şöyle geriye doğru eşini-benzerini göremiyorum Balıkesir Basını'nda, Balıkesir'deki mesleki örgütlenme tarihinde..
Balıkesir gazetelerinde ilk yazmaya başladığımda 16 yaşındaydım. Bugün 51..
Yolun yarısını Balıkesir Basın camiasının içinde tamamlamışık anlayacağınız.
Kimleri görmedik, kimlerle birlikte çalışmadık ki..
Cahit Albayrak, Münir Yenal, Cevdet Demiray, Turhan Savaş, Fikri Özakbaş, Sadettin Öcal, Emrah Sağdıç, Hayati Çelik, İzzettin Pesen, Ekrem Balıbek, Şadi Kural, İzzettin Yaşbek, M. Reşit Kıpçak.. Bunlar bizim üstadlarımız, gördüğümüz yerde önlerinde saygıyla eğilip ellerini öptüğümüz meslek büyüklerimizdi..
Tanyol Kıpçak, Macit Arda, Orhan Doruk, Macit Ermiş, Ahmet Güleçler bizim bir üst jenerasyonumuz, Ateş Mehmetler, Necati, Servet, Turhan, Enver, Yılmaz, Ünal, Nadir ustalar. Sağır Rafetler de teknik kadrolardaki ustalarımızdı..
Hakkın rahmetine kavuşanları saygıyla anarken hayattaki meslek büyüklerimize nice sağlıklı uzun ömürler diliyorum.
***
Biraz önce yukarıda saydığım isimlerin hepsi birbirinden değerliydi bizim camia için.
Öyle veya böyle iz bıraktılar.
Bıraktıkları başka bir değer, başka bir örnek davranışları daha var bizim için.
Saygı.. Sevgi.. Anlayış.. Hoşgörü...
Hepsi aynı görüşte değildi..
Yayın politikalarıda farklıydı.
Birbirlerini de köşelerinden kıyasıya eleştirirlerdi.
M. Reşit Kıpçak ile Ekrem Balıbek bunun son örneğidir.
Az mı atışmadılar gazetelerindeki köşelerinden birbiriyle..
Yazılarından hiçbirinde kişisel kavgalar, hesaplar yoktu.
Belden aşağıya vurma yoktu.
Kavgaları da sevdaları da Balıkesir idi.. Türkiye'nin daha güzel olması adınaydı.
Birbirlerini eleştiren, olaylara farklı açılardan bakan üstadları okuyanlar; "sanki bunlar birbirine düşman. Kesinlikle biraraya gelmez" düşüncesini taşırdı.
Öyle düşünenleri yanıltırdı, birbirleriyle barışık olmalarını istemeyen çevreleri hüsrana uğratırdı bizim meslek büyükleri..
Akşam olduğunda aynı masanın etrafında toplanırdı.. Sıcak, samimi ortamda sohbet ederlerdi.
Hele birde söz konusu mesleki konular, sorunlar çıkarlar olduğunda akan sular durur, tek yürek, tek ses olunurdu..
***
Özlem duymuyor değilim, bugün yaşananları görüp duyunca eski günlere..
Bizim kuşakta da sorun yok aslında.
Zaman zaman atışsakta, birbirimizi eleştirsekte ne selam sabahı kesiyoruz, ne birbirimize küsüyor, ne belden aşağı vuruyor, ne de aslı-astarı olmayan hayali kurgular üzerinden birbirimize b...k atıyoruz..
Varsa yanlışımız, yüzyüze gelip söylüyoruz.
Konuşuyoruz, tartışıyoruz, paylaşıyoruz, doğru olanda birleşiyoruz.
Dönme dolaplara binip arkadan dolaplar çevirmiyoruz.
Galiba bozulan birşeyler var günümüzde..
Güzellikler bile görülmek istenmediğine, iyiyle kötü ayırt edilemeyip b..k atıldığına göre, bize de şu fıkrayı paylaşmak düşüyor bu güzel hafta sonunda..
***
Ülkede kriz gerçekleşmiş, iki genç Türk gazeteci atmışlar kendilerini yurtdışına.
Bir iki hafta barlarda zaman geçirip, hayatın tadını çıkartmışlar.
Sonra iş aramak için kapıları çalmaya başlamışlar.
Bir gün, iki gün, bir hafta, iki derken, ümitleri iyice kırılmaya başlamış.
O sırada bir ilanı görünce gözleri parlamış:
"Çiftlikte çalışacak işçi aranıyor".
Koşarak gitmiş bizimkiler..
Çiftlik sahibi, tepeden tırnağa süzmüş bizimkileri sonra ellerine birer kürek tutuşturmuş, büyükçe bir ahırın kapısına götürmüş.
Günde üç öğün yemek, saati 5 Avro karşılığında, ahırdaki gübreyi 50 metre ilerideki kuyuya taşımalarını istemiş.
Yatacak yer de vermiş.
Umutsuzluktan umuda ulaşan bizim genç Türkler, bir haftalık işi iki günde bitirivermişler. Ahır pırıl pırıl olmuş.
Çiftlik sahibi ağzı kulaklarında, bizimkilerin çalışmalarından son derece memnun, çiftlikte sürekli iş önermiş.
Bizimkiler, bir daha sokaklara düşmemek için kabul etmişler.
Adam, bu sefer onları tavuk çiftliğine götürmüş.
Makinenin başına gelmişler, anlatmış olayı:
"Düğmeye basın, yürüyen bant çalışmaya başlar. Önünüzde iki kutu var, irileri sağ taraftakine, küçükleri sol taraftakine koyup, kutuları bantlayıp, ait oldukları kolilere yerleştireceksiniz".
İş bu kadar basit, anlatmış ve gitmiş. Geçmişler bizimkiler birer tarafa basmışlar düğmeye, bant hareket etmiş, önlerine bir yumurta gelmiş, almışlar ellerine, bakmışlar, bakmışlar; "İyi mi, kötü mü, büyük mü, küçük mü?" tartışmaya başlamışlar.
Bu arada, bant akmaya devam etmiş ve yumurtalar bantın ucundan çöp tenekesine düşmeye başlamış.
Çiftlik sahibi tesadüfen gelmiş yanlarına bakmış, onlarca yumurta boşa gidiyor, bizimkiler hala ellerinde bir yumurta tartışıyor.
Durdurmuş bantı; "Ne yapıyorsunuz?" demiş kızgınlıkla...
Gençler şaşkın bakınca, "Siz Türkiye'de ne iş yapıyordunuz?" diye sormuş.
"Gazeteciydik!"
"Belli" demiş adam, "B...k atmayı çok iyi beceriyorsunuz ama, iyiyle kötüyü ayırt etmeyi bir türlü beceremiyorsunuz!"
***
Gökten elmalar düşmüş;
İyiyle kötüyü, güzelle çirkini ayırt edebilenlerin başına..
_______________________
PORTEKİZE SELAM, YOLA DEVAM
TGF Genel Başkan Vekili Yılmaz Karaca, ASGD Genel Başkanı İbrahim Erdoğan ve Politika gazetesinin sahipleri Tarık ve Güzide Sürmelioğlu ile birlikte uğurladığımız Portekiz ekibindeki arkadaşlarımız Lizbon'daki çalışmalarını Nisan ayının ilk haftasına kadar sürdürecek. Portekiz ekibi döndükten sonra sırasıyla Belçika, Almanya ve İngiltere yolculuğu başlayacak.