Balıkesir'in manzarasını paylaşmak istiyordum bugün aslında.
Bilgisayarın karşısında geçtiğimde kafamdaki konu farklıydı. 
İçinden çıkılması mümkün olmayan trafiğinden başlayıp,
Küçüksan'ın birinci sınıf tarım arazisine yapılma kararı verildiğinde;
"Balıkesir'in geleceğine kıymayın" diye yalvarıp yakaranlara
"Bunlar zamanında Boğaz köprüsüne de karşı çıktı" diyenleri..
Ve o günlerde böyle konuşupta, bugün bizim gibi düşünenleri...
Altındağ'daki kentsel dönüşümün benzerini Balıkesir'de uygulayabilecek vizyona sahip babayiğitler bulunup bulunmadığını..
Yazılıp çizilenleri, söylenip konuşulanları tersinden algılayıp "acaba buradan nasıl nemalanabiliriz, kasamızı doldurabiliriz" diye düşünüp bel altı çalışanları...!
Sudan ucuza sahip oldukları SEKA'yı, önlerindeki yargı kararının kaldırılmasına rağmen 8-10 aydır kapalı tutan, yeni yatırım için verdikleri sözü unutan Albayrak grubuna "ya burasını faaliyete geçirin, ya da burayı terk edin" çağrısı yapmayı..
Yazıp paylaşmayı, tarihe not bırakmayı düşünüyordum aslında. 
Bir an için, "sana ne kentin trafiğinden, görselliğinden.. Sana ne elalemin oğlunun hinliğinden cinliğinden.." diye düşündüm..
Klavyenin tuşlarına vurmaya başladığımda farklı bir konuya, sizin bizim hepimizin hayatını ilgilendiren, hayatın ta gerçeği olan, ama kabullenmekte zaman zaman zorlandığımız ders niteliğindeki noktaya dikatlerinizi çekmek istedim.

***
Günün birinde Sultan Mahmut tüm vezirlerini toplamış.
Kendisi için çok değişik bir yüzük yapılmasını istemiş. 
"Bu öyle bir yüzük olsun ki, bakan, gören mutsuz olduğunda umudunu tazelesin, mutlu olduğunda ise, kendisini mutluluğun tembelliğine kaptırmaması gerektiğini hatırlatsın" demiş.
Sultanın adamları dört bir yana haber salmış, araştırıp soruşturmuşlar. 
Günler haftaları, ayları kovalamış. 
Çaldıkları kapılardan, sordukları bilgelerden yanıt alamamışlar.
Sonunda bilge Derviş'i bulup yardım istemişler. 
Derviş, sultanın kuyumcusuna hitaben bir mektup yazıp vermiş. 
Kısa bir süre sonra yüzük sultana sunulmuş. 
Sultan önce bir şey anlamamış. 
Çünkü son derece sade bir yüzükmüş kendisine verilen.
Sultan yüzüğü takmış, huzuruna çağırdığı en zengininden en fakirine kadar herkesin yüzündeki mutluluk ışığını görünce; 
"Tamam işte bu yüzük" demiş..
Sonra üzerindeki yazıya gözü takılmış. 
Biraz düşünmüş ve yüzüne büyük bir mutluluk ışığı yayılmış.
O yüzüğün üzerinde "Bu da geçer yahu" yazıyormuş..

***
Bazen öyle boğuluyoruz ki hüzne, daha kötüsünü düşünemiyoruz. 
Bazen de öyle seviniyoruz ki, sanıyoruz yaşamımızın her anı öyle olacak. 
Oysa dünyada herşey zıttıyla birlikte var. 
Çünkü Yaradan öyle yaratmış.
Bizlerin duyguları da böyle. 
Bazen acı, bazen tatlı, bazen mutlu, bazen hüzünlü. 
Bazen biri çıkıyor öne, bazen diğeri. 
Acı da var, mutlulukta.
Zenginlikte var, fakirlikte. 
Zengini de fakiri de acıyı ve mutluluğu yaşıyor, 
Fakiri zenginliği, zengini fakirliği bir şekilde tadıyor. 
Önemli olan hepsinden birer ders alabilmek, çıkarabilmek, yaşamımızın kalanına yön verebilmek değilde nedir acaba?
Varmı farklı görüşü, bakışı, yaklaşımı olan hayata?

***
William Shakespeare'nin aşağıdaki dizeleri de yazımızın finali niteliğinde..
Konuşmadan önce dinleyin, 
Yazmadan önce düşünün, 
Harcamadan önce kazanın, 
Dua etmeden önce bağışlayın, 
İncitmeden önce hissedin, 
Nefret etmeden önce sevin, 
Vazgeçmeden önce çabalayın, 
Ölmeden önce yaşayın. Hayat budur. Onu hissedin, onu yaşayın ve ondan hoşnut olun.
Gökten elmalar düşmüş, acıyla mutluluğu paylaşmasını bilenlerin başına..
________
BİR SÖZ
Benden nefret ettiğini duydum. Eğer seni düşünecek vaktim olsa, bende senden nefret ediyor olurdum. 
Bob Dylan