Yapıyorlar... 
Öyle böyle değil, bire bin katarak üstelik... 
Aslında yapılana "dedikodu" demek de pek doğru değil, çünkü ufak çekiştirmelerle başlayan sohbetin sonuna katmerli yalanlar da eklenebiliyor!
"Yardakçılık"ın zirve yaptığı bir dönem yaşıyoruz!
"Güç" denilen illete sahipseniz eğer, sizden ona, ondan size, çuval dolusu yalan, bir o kadar iftira hayat buluyor anında...
Susmak yetmiyor ne yazık ki, susturmak gerek!
Ya da...
Telefona sarılmak!
O anda...
Bunu yapmadığımız için, daha doğrusu dedikoduyu sevdiğimiz için karşımızdaki fitne-fesatı susturacağımıza daha da deşiyoruz. O konuştukça biz bileniyoruz. O konuştukça kinimiz daha da artıyor. O konuştukça öfke damarlarımız çatlıyor.
Ve son hamle!
Sormak yok, soruşturmak yok!
Düşmanlık tohumları yeşermeye başlamıştır artık!
Vurma vakti gelmiştir!
 ***
Öfke hakimiyeti için babamdan aldığım çok önemli bir nasihat.
24 saat susmak!
Konuşmamak!
Cevap vermemek!
Denedim ve gerçekten çok faydasını gördüm!
Babamın nasihatini dinlemeseydim eğer, yani 24 saat boyunca öfkeme hakim olmasaydım, şimdiye kadar kırıp döktüğümün hesabı olmazdı! Etrafımda bir kişi bile kalmazdı! 
Allah'a şükür ki, sabır denilen güzel lezzeti her daim tadabilmeyi biliyorum!
***
O lezzeti tatmayan çok değerli kalemler, bakıyorsunuz konuşmak yerine köşesinden ya da bir meslektaşına verdiği söyleşiden öfke saçıyor. 
Yahu kardeşim, bir telefon etmek bu kadar mı zor?
Niçin doğruyu öğrenmek yerine, yarayı daha da derinleştiriyorsun?
Fitne-fesata niçin imkan tanıyorsun?
Gazeteci de olsa, topluma örnek olması gereken kişi de olsa, dedikodu, yalan, dolan, iftira bizim de kanımıza işlemiş ne yazık ki. 
Atıp tutmak, kırıp dökmek, yaralamak, kanatmak topluma örnek olması gereken biz gazetecilere de bulaşmış ne yazık ki!
Hastalık çok ilerlemiş!
Tedbir almazsak!
Halimiz harap! 
***
Yukarıdaki satırlar gazeteci dostumuz Hadi Özışık'a ait. 
Sanki benim duygularımı yansıtıyor.
Sanki Balıkesir Basın camiasında olup bitenlerden haberdarmış gibi döktürmüş bizim üstad.
Nedeni şu; 
Son dönemde, duyana aklını yerinden oynatacak cinsten iftiralar işitiyorum.
Hele hele Gazete Balıkesir'in yönetimini üstlendikten sonra hakkımda 'bu da nereden çıktı?' dedirten abuk sabuk dedikodular üretmeye başladı kimi dalkavuklar.
Dalkavuk demek aslında hafif kalıyor bu hasta kişiliklere.
Şizofreni hastalığına yakalanmışlar bir kere.
Tedavisi mümkün değil. Olsa keşke. Maddi, manevi her türlü yardım esirmezdim yeniden kişiliklerini kazanmaları adına. Geçmişte olduğu gibi yine bir iyiliğimiz dokunurdu.  Topluma kazandırma adına de yapsak, etsek nafile!

***
Bilmelerine rağmen bunu da kendileri kudurdukça kuduruyorlar.
Hem sana ne  benim siyasi görüşümden, duruşumdan. En azından sizin gibi 'kara' değilim. Biliyorsunuz bunu.  
Bildiğiniz için de, 'kedi ulaşamadığı ciğere mundar dermiş' deyişini anımsatırcasına kirli, sinsi oyunlara başvurmayı mübağ  olarak görüyor, algılıyorsunuz.
Geçmişim berrak, bugünüm kar gibi, süt gibi AK..AK..AK..
Geçmişte de başım dikti, alnım aktı.. Bugünde AK..
Sanırım bizim yaptığımız en iyisi.
Dikkate almaya değmez bu zırtapozları..
Şöyle bir teselli de var benim için Hadi Özışık'ın sizlerle paylaştığım yazısında.
Demek ki, sadece Balıkesir Basın camiasındaki kendinizi bilmez veya gazeteci adı altında kendine kimlik bulmaya çalışan zerzevat takımına özgü değil, dedikodu, yalan, dolan, fitne-fesat.

***
Sözün özü;
"Allah kimi saptırırsa onu yola getirecek bir kimse yoktur.
O, onları kendi hallerine bırakır ve kendi azgınlıkları içinde yuvarlanır giderler.."
Araf süresi 186. ayetinde buyurulduğu gibi, bize söz söylemek hem düşmez, hem yakışık almaz.