1 Kasım seçimleri sonuçları hem iktidar, hem muhalefet cephesinde şok etkisi yarattı.
AK Parti kadrolarına yüzde 49.5'u bekleyen kaç kişi vardı diye sorulsa, samimi cevaplar verilse, yüzde 10'lar seviyesinde kalırdı çıkan tabloyu tahmin edebilen.
Ben yüzde 47'ler seviyesi oy beklediğimi söylediğimde, AK Parti yönetim kadrolarındaki bir çok arkadaşımın "Yok ya! Olur mu! Olmaz! Keşke olsa!" dediğini biliyorum.
Muhafelet cephesinden ise, "iktidar gitti, gidiyor!" deniliyordu AK Parti için. Yüzde 40 ve altı rakamlar telafuz ediliyordu.
Hatta daha ileriye gidenler, AK Parti politikalarına destek veren bizim gibilere de aba altından sopa gösterenler bile vardı.
Sonuç malum.
Türkiye kazandı, istikrar kazandı.
Kaostan ve kandan beslenenler kaybetti.
Peki neden böyle oldu?
7 Haziran ile 1 Kasım arasında neler değişti de, AK Parti'ye iki kişiden biri oy verdi?
Aslında bu sorunun cevabı çok basit.
Bir tarafta 7 Haziran'dan dersini alan ve ödevine çok iyi çalışan inanmışlar ordusu vardı.
Diğer yanda, halkı "koyun" sürüsü yerine koyarak "tıpış tıpış gelip bize oy verecekler" diyen kendilerinden başkasına inanmayanlar vardı.
Nasıl mı?
Açalım o zaman biraz konuyu.
AK Parti, 7 Haziran'da tabanla halktan kopuk isimlere itibar gösterilmediğini gördü.
1 Kasım'da değişime gitti. Vatandaş nezdinde kabul görmüş isimleri milletvekili listelerine aldı.
Balıkesir'den örnek verelim.
Bir Hülya Kamçı'nın, bir Hasan Demiraslan'ın, bir Hasan Şafak'ın listede yer alması. Seçilecek sıradaymış gibi çalışması.
Mustafa Canbey'in gençlerle kurduğu iletişim, Kasım Bostan'ın kırsalla olan bağlantısı ve Sema Kırcı'nın 7 Haziran'a göre daha sıcak, daha samimi çalışması, Ali Aydınlıoğlu ile Mahmut Poyrazlı'nın tecrübesi..
Partinin ağabeyi Ahmet Edip Uğur'un yine lokomofif rolünü üstlenerek herkesi kucaklaması..
Birbirinden kopuk dava insanlarının kolkola girmesini, omuz omuza çalışmasını beraberinde getirdi.
Geçmişte dava için uykusuz kalan kitleler yeniden harekete geçti.
Davasını düşünen ama, bir şekilde dışlanan ve küstürülerek bir kenara itilen isimler deyim yerindeyse titreyip kendine geldi. Yeniden davaya dört elle sarıldı.
Gündüzleri çalışmaktan elleri nasır tutan, geceleri "Allah'ım sen Recep Tayyip Erdoğan'a sahip çık" diyen insanlar kapı kapı dolaştı, davayı anlattı.
Arazideki çalışmaya baktığımızda herkes kendine düşen dersi almış göründü.
Öyle olmasaydı eğer, bizim Dursunbey'deki HDP oyları 147'den 79'a düşmezdi!
Anlayacağınız 1 Kasım için ilk günkü aşkla çalışan AK Parti, küskünlerle barışmanın, kendisine oy veren kitleyle aynı yolun yolcusu olduğunu hatırlamanın, vatandaşla aynı havayı solumanın, aynı sofrayı yeniden paylaşmanın karşılığını almıştır.
Hem tüm anketleri yerle bir ederek, hem de gelmiş geçmiş hiçbir siyasi partinin elde edemediği tarihi bir zaferi kazanarak.
Elbette bu zaferde, halkın beklentilerine bugüne değin karşılık veremeyen yeteneksiz kadroların yarattıkları kriz ve kaos ortamlarının hatırlanması büyük rol oynadı.
Sessiz çoğunluğun beklentilerinin marjinal kesimlerin beklentilerinden çok farklı olduğu bir kez daha ortaya çıktı.
Geçmişte yaşananlardan büyük dersler alan Türk halkı, yeniden bir iç savaş yaşamanın hayalini kuranlara, sadece konuşup hiç iş yapmayanlara, ideolojik saplantılarına takılıp toplumun dirliğini ve düzenini bozmak isteyenlere son birkez daha kocamanından bir Osmanlı tokadı indirdi.
Türk halkı gerçekten hem çok akıllı, hem zeki.
Her kim kendisine "koyun" diye seslense, davete icabet edip gereğini yerine getiriyor!
Sözün özü şu;
Halka kim iner ve inanırsa kazanıyor.
İnanmayanlar ise yerin dibine giriyor!
.....