Yıllardır etkisinde bulunduğumuz algıdan kurtulmanın zamanı gelip geçiyor. Artık batı karşısında, ABD karşısında ezikliğimizi bir kenara bırakarak, güçlü ve kuvvetli bir bünyeye sahip çevresi ile kalmayıp dünyayı doğru okuyan bir ülke olduğumuzun farkına varalım. Kendimize gelelim yani.
Geri dönüp baktığımızda Türkiye'nin büyük değişim ve dönüşüm yaşadığını göreceksiniz. Fırtına hızında gelişmeler, fırtına hızında dönüşümler. Bu değişim ve dönüşümün daha başındayız. Dünya'nın odaklandığı bölgeler bellidir. Ortadoğu ve Uzakdoğu coğrafyası. Dünyanın kalbi bu iki coğrafya da atıyor. Enerji kaynakları, üretim, insan nüfusu açısından. Dünyayı okumasını bilirsek olup bitenlerinde farkına varmış oluruz.
Oturduğumuz yerden keseceğimiz ahkâm çoğu zaman yanıltır bizleri. Onun için bazen ormana, bazen de ormanın içindeki ağaçlara bakmakta yarar vardır. Topyekûn değerlendirilmediğinde ne ormanın yeşillendiğini nede ağaçların çürüklerini görürüz. İki halde de yanılırız.
16 Nisan Referandumu ile Türkiye bir soluk aldı. Muhalefetlik adına yaşanan küçük tartışmaları bir kenara bırakırsak Türkiye'de herkes çıkan sonuçlardan memnun. Şunu söylemek yanlış olmaz; CHP bile referandumun sonucu ‘hayır' çıksaydı bu kadar sevinmezdi.
Referandum sonrası herkes geleceğe bakmaya başladı. Kısaca Türkiye geleceğe kilitlendi. Zaten Türkiye'nin bir süredir yaşadığı sendromun nedeni de bu. Referandum sonucu ile yaşadığımız sosyal, psikolojik, ekonomik ve kültürel sendromdan kurtulmanın ilk adımını attık.
Devleti yönetenler farkındaydı galiba ama toplumun önemli bir kısmı farkında değildi. Türkiye 2009'dan bu yana gelişmekte olan ülke ile gelişmiş ülke arasında sıkışıp kaldı. Gelişmiş ülke olmanın tek yolu vardır; küresel pastadan pay almak. Küresel pastaya ortak olmak. Yaşadıklarımız ise küresel pastadan bize pay vermek istenmemesiydi aslında. O nedenledir ki 2009'dan bu yana Türkiye'ye karşı dünya da bir cepheleşme yaşandı. Yalnızlaştırma yaşandı. Avrupa'nın aksi tutumu bundandır. ABD'nin düne kadar ki ayak diretmesi bundandır.
Fakat Türkiye 16 Nisan Referandumu sonrası bunu hızla aşıyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın referandum sonrası başlattığı seferberlik Türkiye'ye karşı hem küresel direnci kırdı, hem de bölgesel oyuncu bile yapılmak istenilemeyen konumunu küresel oyunculuğa çıkardı. Bugün için Ortadoğu'da oyunculuğun ötesinde oyun kurucu ve Ortadoğu pastasının başına oturdu. Dünyada ise bir anda küresel oyuncu konumuna geldi. Önümüzdeki aylarda ve en geç birkaç yıl içinde Ortadoğu da sular durulacak. Bölgesel inşalar başlayacak. Bölgeyi inşa edecek tecrübeye ise sadece Türkiye sahip. Bu tecrübesini sonuna kadar değerlendirecektir.
Düne kadar Türkiye içinde bazı mahfillerin ‘Türkiye itibarsızlaştı. Bütün dünya cephe aldı. Recep Tayyip Erdoğan ülkeyi yalnızlaştırıyor. Bir tane dost komşumuz bile kalmadı' gibi söylemler 16 Nisan'dan bu yana yapılan Körfez, Pakistan, Hindistan, Rusya, Çin ve ABD ziyaretleri ile artık havada kaldı. Özellikle Türkiye içinden bazı mahfillerin bütün gayretlerine ve uğraşlarına rağmen sağlanan Trump görüşmesi ve müzakereler bu son çırpınışları da bitirdi.
Artık ülkede herkes geleceğe bakacak. Gelecek planlaması yapacak. O açıdan muhalefetin bir biri arasında başlattığı görüşme trafiğini olumlu karşılıyorum.
Hafta sonu 21 Mayıs'ta AK Parti Olağanüstü Kongresi yapılacak. Bu kongrede AK Parti'nin referandum öncesi toplumda oluşan yenileşme ihtiyacına ve partinin yeniden inşası beklentisine ne kadar cevap verecek? Bunun cevabını bulacağız. Yenileşme sadece kadrolarda kalmaması gerekiyor. Siyaset anlayışı, hizmet anlayışı dâhil her konuda yenileşme. Toplum Türkiye'de sistem değişimini onayladı. Onaylarken de ciddi olarak uyardı. Bu uyarının nasıl anlaşıldığını Kongre ile göreceğiz. Toplumda AK Parti'deki değişim konusunda çok yüksek beklenti var. Bu değişim bazıları için rakiplerinin alaşağı edilmesi, bazıları için parti içinde çöreklenen menfaat çetelerinin dağıtılması, bazıları için ise yeni hizmet anlayışı. En büyük tehlike ise yenileşmenin kadrolarla sınırlı kalarak yeni küskünler ordusu oluşturmadır. Onun için yenileşme topyekûn ve yeni bir parti anlayışı ile gerçekleşmelidir. Aksi takdirde büyük beklentiler dolayısıyla yenileşme eksik kaldığında hayal kırıklığı oluşturacaktır.
Kısaca özetleyecek olursak, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan uluslararası arenada yakaladığı trendi 21 Mayıs Pazar günü yapılacak kongre ile AK Parti içindeki yenileşmede de yakalamak zorundadır. Bana sorarsanız Tayyip beyin AK Parti'ye Genel Başkan olarak gelmesi başlı başına yenileşmedir. Fakat toplumun beklentileri açısından bakıldığında bu yeterli gelmeyebilir. Çünkü çok sayıda samimi ağızdan duyduğum, AK Parti'de köklü yenilik yapılmadığı takdirde referandum da verilen ‘Evet'ler son avanstı. O nedenle siyasi dengeleri belirleyecek olan 21 Mayıs Olağanüstü Kongresi büyük önem taşıyor.
Cuma'nın hayrı üzerinize olsun.