Otağ

yürüyerek gitmişti hastaneye.

kontrolde kalbinin teklediği ortaya çıktı.

anjiyo oldu,

"bir-iki gün misafir edeceğiz" dedi hekimler.

bizim Ömer her an yanındaydı;

"iyi abi, 1-2 güne sahalara döner" diyordu her aradığımda.

ilk başlarda pek anlamasak da

zaman su gibi akıp geçiyordu.

önce

o bir-iki günler, haftalara dönüştü.

birinci ay sonunda hastaneden gelen habere

önce inanmak istemesek de

cenaze işlemleri başlatıldığında yine yüzleşiyorduk ölümle.

bir nefes kadar yakın olsa da ölüm bize,

yakıştırılamıyordu Otağ'a.

tek kelimelik,

lakin üzerine kitapların yazılabileceği

"kaybettik" sözünü işittiği o an

kimler

ne büyük boşluklar,

yalnızlıklar,

büyük sessizlikler,

ne içe kapanışlar,

helalleşilemeden havada kalmış kırgınlıklar,

kalp burukluğuna dönüşen kalp kırıklıkları,

vicdan azapları yaşadı kimbilir!

oysa

ölümle yaşamanın

ne anlama geldiğini bilebilse insan,

sevdiği, hayatı paylaştığı

veya

tam aksine uzak durduğu

hatta küskün olduğu

arkadaşları,

kardeşleri tek tek uçup gittikçe,

o an

yeryüzünün küçülüp küçülüp

bir nohut tanesine dönüştüğünü hatırlamaz!

bunu şundan hatırlatıyorum;

değmez can sıkmaya,

kalp kırmaya...

nihayetinde burası ölümlü dünya...

kaçış yok,

yüzleşmeye her an hazırlıklı olmak gerek.

hem insanlara uzak,

ölüme yakın olmak

kişiyi özgürleştirir!

İki yıl önce bugün

Hakk'a uğurladığımız

Otağ'ı Balıkesir'e geldiği yıllarda tanıdım.

bizim kulübü, balikesirspor.org adıyla internet ortamına taşıyan ilk kişiydi.

sonrasında yeni balıkesir'le yazılı basına geçiş yaptı ve 7/24 haberden habere koştu.

ikimizin yolu, yeni gazetem'de kesişti bir ara.

Otağ

görevini iyi yapan,

meslek edindiği gazeteciliğin

ahlaklı yönünü sahiplenmiş

kalender kardeşlerimizden biriydi.

sadece bizler değil,

Balıkesir sevmişti onu.

"dünyanın gerçek öncülerinin evi, mezarlardır."

dedikleri gibi, iyiler hep önden gidiyor!

iyiliğine şahitlik edeceğimiz isimler arasındaydı.

vefat yıldönümünde hasretle anıyorum.

Rabbimiz rahmetiyle muamele eylesin.