Çok sevdiğim bir sözdür: “İnsanlar başaklar gibidir. İçleri boşken başları havadadır, doldukça eğilirler.”
“Tevazu”yu ifade eder.
O tevazu ki;
İnsana yakışan,
İnsana bir şeyler kazandıran,
İnsana değer katan bir olgudur.
Yeri gelmişken…
Ben böyle “tevazu” gibi unutulmaya yüz tutmuş kelimelerimizi kullanarak tekrar hatırlatmayı seviyorum.
Ben tevazu diyeyim siz alçakgönüllülük olarak anlayın.
İnsanlar büyüdükçe küçülmeli bana göre.
Tok olmalı.
Paraya…
Gösterişe…
İlgiye…
İtibara…
Bunların açlığını hissederek daha fazlasına sahip olmak büyütmez sizi.
“Kibirli” yapar.
O kibir ki;
İnsanın ruhunu karartan…
İnsanın içini boşaltan…
İnsanı düşünmekten alıkoyan bir olgudur.
Her ne kadar güncel konulara bulaşmadan, zamansız yazılar yazmayı sevsem de bu benim gündemi takip etmediğim anlamına gelmesin.
Ülke siyasetini de takip ediyorum, Balıkesir siyasetini de…
Ülke ekonomisini de takip ediyorum, Balıkesir ekonomisini de…
Sosyal medyayı da takip ediyorum, genel, yerel, bölgesel basını da…
Ve şunu görüyorum…
Tevazu değil, kibir hâkim olmuş düşüncelerimize…
Tevazu değil, kibir hâkim olmuş davranışlarımıza…
Tevazu değil, kibir hâkim olmuş konuşmalarımıza, yazılarımıza…
Hangisini okusam, kimi dinlesem -benim dediğim doğru- diyor.
“Doğru”lardan bahsediyorlar sıklıkla.
İyi güzel de…
Kime göre doğru?
Neye göre doğru?
Oysa tek bir doğru yok hayatımızda.
Var olan “doğruların bütünlüğü”dür ve doğrular sürekli olarak değişir, gelişir.
Herkesin kendince doğruları farklıdır.
Siyaset veya herhangi bir konuda edindiğin bilgileri, düşünceleri, tek doğru olarak benimsiyor ve savunuyorsan ne yazık ki gelişimden de bir o kadar uzaklaşıyorsun demektir.
İşte cehalet budur.
Cehalet az bilmek değildir.
Cehalet yanlış bilmek de değildir.
Cehalet, bildiklerinin değişmez olduğuna inanmaktır.
Doğrularımızın değişmeyen düşünceler, değişmeyen bilgiler değil de onların da yanlış olabileceğini kabul ettiğimiz gün, birbirimizi anladığımız gün olacaktır…