Bir gün parkta bir grup emekli bayan öğretmen oturup sohbet ederlerken, söz benim yazılarımdan açılmış.
İçlerinden birisi, dudak bükerek ve küçümser bir dille şöyle bir şeyler söylemiş; "Aman Canım, gazete köşesinde akıl vermek, yazı yazmak ormancı bilmem kimin oğlu Serdar gibilere kaldıysa vay halimize, o zaman ayaklar baş olmuş demektir..."
Diğer bir öğretmen hemen cevap vermiş:
“Ne kadar haddini bilmez şımarık, küstah bir cümle bu. Benim yanımda sakın bir daha böyle konuşma. Ormancının oğlundan gazete köşesi yazarı olmaz diye bir şey mi var? Bu işleri yalnızca sizin bizim çocuklarımız mı yapacak? Ben fırsat buldukça Serdar'ı büyük mutlulukla okuyorum ve eminim ki senin şu yaşında okudukların kadar unuttukları vardır onun. Bence çok da başarılı ve çabalarında samimi… Bu düşüncenden dolayı çok utanmalısın...”
Sonrasında hava buz gibi olmuş ve beni “ormancının oğlu” diye küçümseyen öğretmen, bu konuşmadan sonra özür üstüne özür dilemiş.
Öğretmenimizin söylediklerine üzüldüm elbette.
Ama kendi adıma değil onun adına…
Her şeyi yalnızca kendisine hak olarak gören, etrafındaki herkesi “ormancı, tamirci, peynirci, marangoz vs... “diye küçümseyen ve yaftalayan bir zihniyete sahip olduğu için üzüldüm…
Ne diyebilirim ki başka…
İnsanları ikinci sınıf görerek kendilerinin birinci sınıf olduğunu sanan o kadar çok insan tanıyorum ki...
Ben her gün yeni bir şeyler öğreniyorum hayattan...
Öğrenmeyi seviyorum ama kimseye öğretmeye, akıl vermeye çalışmıyorum.
Haddimi biliyorum, kimseye haddini bildirmiyorum.
Kötülük yapmıyorum ama kötülüklerden ders alıyorum.
Kendimi birilerine anlatmaya çalışmıyorum ama herkesi anlamaya çalışıyorum.
Yaşım 56...
Bu kadarını öğrenebildim hayattan, insanlardan...
Ormancı Bekir'in oğluyum...
İki engelli kızım, liseye giden bir oğlum var.
Kızlarım kendilerini ifade edemiyorlar ama en azından oğlum “Belediyeci Serdar'ın oğluyum” diyebilmesi için çalışıyorum.
Ama önce “kendisi” olsun...
Kimseyi “sınıflara” ayırmasın,
Kimseyi “küçümsemesin...”
Kimseyi “aşağılamasın...”
Makam, mevki peşinde değil “kişilik” peşinde koşsun...
Oğlumdan, “büyük adam olsun”, “başarılı olsun”, “zengin olsun” diye bir beklentim de yok.
Sadece “mücadele gücü olsun”, gerisini kendi halleder zaten...
Oğluma bunları söylemiyorum, alıp karşıma “şöyle şöyle olmalısın” demiyorum...
Davranışlarımla anlatmaya çalışıyorum.
Çünkü davranışların sözlerden çok daha etkili ve kalıcı olduğunu biliyorum.
Ben oğluma bile akıl vermekten imtina ederken, tutup da burada yazılarımla başkalarına akıl verecek, ahkâm kesecek düşüncesinde hiçbir zaman olmadım.
Önceleri hakkımda olumsuz düşünenlerden, dedikodu yapanlardan çok etkileniyordum ama artık o kadar beni etkilemiyor.
Yine de bunlardan ders çıkartıyorum.
Davranışlarımı gözden geçiriyor, en azından kendimi kontrol etmeyi öğreniyorum.
Ve hayatını birilerini “kötülemekle”, “küçümsemekle” geçirenlerin,
Aslında asıl zararı kendilerine verdiklerini fark etmelerini umut ediyorum…