Babam orman muhafaza memuruydu.

Üniforması yeşildi.

Hani şu ağaç yeşilinden.

İki veya üç yılda bir istihkak olarak yeni üniforma diktirmesi için bir takımlık yeşil kumaş verirlerdi babama.

Babam da çoğu defa verilen bu kumaş hakkını bize bayramlarda kıyafet diktirmek için kullanırdı.

Çocukken hep yeşil pantolonlarım oldu benim…

Çocukluğumda, yeşil renkli pantolonlarımı terziye diktirmek ise benim için bambaşka bir olaydı.

Komşumuz Terzi Hayrettin (Kurt) Amcanın dükkanında elinde mezurayla ölçülerimi alması…

Belimin, boyumun, paça genişliğinin kaç santim olduğunu bir deftere yazması…

Tahta bir cetvel yardımıyla kumaşı kuru sabunla çizmesi…

Birkaç gün sonrası için provaya çağırması…

Bunların hepsi farklı duygular yaşatırdı bana.

Büyümüş, adam olmuş hissederdim kendimi.

Galiba belli bir yaştan sonra geçmişe öyle bir bağlanılıyor ki mahalle arasında, bir pasaj içinde elinde iğne ipliği ile gözlüğünün ucundan bakan, belini bükmüş oturan bir terziyi gördüğümde anılarımı hatırlattığı için ayrı bir mutluluk duyuyorum.

Hem… El emeğiyle geçinen kaç esnaf kaldı ki zaten?

Onları görüp de mutlu olmamak mümkün mü?

Çocukluğum her şeye rağmen güzeldi…

Zamanım hesapsızdı…

Hayallerim renkliydi…

H.G. Wells, Zaman Makinesi kitabında şöyle der: “Anılar sizi geçmişe götürür, hayaller geleceğe…”

Hayal kurmayı da asla bırakmadım, çoğu gerçekleşmese de…

Ama hayatın sürprizleri hayallerimin hep önünde oldu.

Ve şimdi zaman değişti…

Komşunun komşuyu tanımadığı günümüzün modern dünyasında yaşam tarzımız çok farklı artık.

Tek bir değer ölçümüz var; para…

Geçmişin bize kattığı manevi değerleri hızla kaybediyoruz.

Birbirimize saygımızı kaybediyoruz.

Kimliğimizi kaybediyoruz kimliğimizi…

Biraz vicdan, azıcık mantık, bolca da insaf katarak şunu söyleyebilirim: Kimliğimizi “yaptıklarımız” değil “sahip olduklarımız” belirler oldu…

-Yeteneği yok ama siyasi ilişkileri var.

-Bilgisi yok ama çıkarları var.

-Fikirleri yok ama şu kadar parası evi, arabası var.

İyi güzel de…

İnsanı kendi değeri ile ölçmeli, sahip olduklarıyla değil…

Kabuğunu kırdığınızda içi boş çıkan cevizler gibiyiz…

Oysa…

Cevizin tadı kabuğunda değil, içinde.

Dışın ne kadar kalın olsa ne yazar, için boş olduktan sonra…