Geçtiğimiz gün bir alışveriş merkezinde iki genç kızın hemen arkasında yürüyen merdivendeyim ve ister istemez konuşmalarına şahit oluyorum. Kızlar bir de sesli ve coşkulu konuşunca istemesiniz de duyuyorsunuz konuşmalarını.
Uzunca boylu ve oldukça bakımlı olan yirmili yaşlardaki kız, yanındaki arkadaşına nasihat ediyor kendince ve kendisini hemen süsleyeceğini anlatıyor ve ekliyor:
-Bu devirde daima güzel ve genç kalırsan bütün kapılar çalmadan açılır sana. Bırak okulu işlerini şekerim, üniversite öyle veya böyle bitecek ve ne de olsa işsiz kalacaksın. Üniversite bitmeden güzelliğinle, gençliğinle kendine zengin ve yakışıklı bir koca bulmaya bak sen!
Bu muhabbet ilgimi çekiyor, merdivenin sonuna geldik ama lafın sonuna gelmediğimiz için peşlerinden gayriihtiyari yürüdüğümü fark ettiğimde bir parça utansam da duyacaklarımı duymuştum zaten. Kızlar ünlü bir markanın mağazasına girip kayboldular.
Kızlar gitmişti gitmesine ama ilginç bir istifham bırakmışlardı bana. Hepsi olmasa da yeni kuşak gençlerin hayata bakışı bu zaviyede… Ondan mıdır acaba herkesin burnu, kaşı, dudağı birbirine benzemeye başladı! Kaşların neredeyse yarısı yok ve aynı model, dudaklar bi garip, burunlar havaya bakıyor havalı havalı! Esasında giyim kuşam da aynı tarz… Hele o yüksek topukları görünce onların yerine yoruluyor insan!
Zamanın ruhu, bize artık tek model insan olmaya doğru hızla yol aldığımızı fısıldıyor. Her şey basit, sıradan, bütün dikkatler dışa çevrilmiş, dış güzelse, alımlı ve de çalımlı ise iltifatlar o tarafa gidiyor, içe dair ne varsa esamesi bile okunmaz olmuş.
Ben mütedeyyin bir kimseyim diyen şahıslar bile bir tercih yapacaklarsa şayet o çok konuştukları mana tarafına değil madde tarafına bakıyorlar yazık ki! Kimse kimseyi kandırması maalesef hakikat böyle… Hiç evlenmemiş bir hanım arkadaşıma neden evlenmediğini sorduğumda utana sıkıla ama dürüstçe aynen şu ifadeleri kullanmıştı:
“Maalesef hiç kimse güzel olmadığım için talip olmadı. Dengim olduğunu varsaydığım kimseler bile dönüp bana bakmadılar. Bu dünyada çirkinsen yüzün gülmüyor. İşte bak, yaşım geçti geçiyor, ben nasıl evleneyim, barklanayım?”
Yani herkes “Kaderimde hep güzeli aradım” diyen şarkı gibi güzel ve hoşa gidenin peşinde. Bu hanım arkadaşıma bir şey söyleyemedim tabii ki. İnsan böylesi durumlar karşısında ne diyeceğini gerçekten de bilemiyor!
Hatırlıyorum da çocukluk yıllarımda mahallemizde çirkin, güzel fark etmez, herkes vakti geldiğinde yuva kurar evlenirdi. Mahallenin ileri gelenleri civardaki gençlerin dengini arar bulur, yakar yakıştırır ve mutlaka bu gençleri baş göz ederlerdi. İnsanlar, hayırlı işlere vesile olmaktan haz duyardı.
Sonra topluma bir şeyler oldu. Tuhaf bir şeyler! Herkes, her şeye “bana ne, iyi olur kendinden, kötü olur benden bilirler” bahanesini ileri sürüp bu toplumsal meseleye bigâne kaldılar. Gençler bir şekilde evlendiler lakin boşanma, kavga, ayrı yaşama, şiddet olaylarında patlama oldu. Çünkü sadece dışa odaklanmış ilgi, (güya) sevgi, aşk insanları bir arada tutmaya, huzurlu, mutlu ve güvenilir aileler kurmaya yetmedi. Yetemezdi zira atalarımız reçeteyi yüzyıllar öncesinden sunmuşlardı şu atalar sözünde:
“Güzel insandan kırk gün sonra usanırsınız ama güzel ve iyi ahlaklı olan insandan bir ömür usanmazsınız!”
Merdivende kulak misafiri olduğum genç kızlara bütün bunları anlatmak isterdim. Sakın ha, o saydığınız güzellikler zevahiri kurtarmak içindir lakin en önemli ve kıymetli olan ise içtir, güzel ve temiz ahlaktır, yüksek meziyetlerdir. Hiç kimse ömür boyu genç kalamaz, kalmaz. İnsan konar, göçer.
Anlatmak isterdim lakin nasıl tepki vereceklerini tahmin bile edemiyorum...