Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Dünya İnsan Hakları Günü kapsamında düzenlenen "İnsanlığın Medeniyeti Programı" ve "İnsanlığa Umut: Türkiye" programında konuştu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Kibir ve büyüklenme bataklığına düşen, erişilemeyen kişi durumuna gelen kimsenin AK Parti'de yeri yoktur" dedi. Bu sözleri aslında hem bir tespit, hem de ciddi bir uyarı idi zira hepimizin gündelik hayatta görüp işittikleri hiç şüphesiz Cumhurbaşkanının kulağına da gidiyordu.
Bu sözü edilen ve her birimizin farkında ve şahit olduğu tespit çok önemli bir uyarıydı. Kişisel başarısıyla muhtarlık seçimlerini bile alamayacak bazı kimselerin kibir ve enaniyet sarkacında gidip gelmeleri ve ulaşılamayan kimse olma takıntıları, hiç şüphesiz en çok AK Parti'ye zarar veriyor.
Divan edebiyatımızın önemli şairi Nabi bakınız kibri nasıl anlatıyor:
“Çok da mağrur olma kim meyhâne-i ikbâlde
Biz hezaren mest-i mağrûrun humârın görmüşüz”
(Talih meyhanesinde -geldiğin yüksek mevkilerde- çok da gururlanma çünkü biz gururdan sarhoş olanların binlercesini daha sonra sersemlemiş hâlde görmüşüz.)
Bu fiillerin failleri aynı zamanda bir vefasızlık örneği de sergiliyorlar nitekim tevdi edilen bütün mevki ve makamlar bir emanettir, geçici birer devlettir! Lakin bu ihtiraslı muhterisler, büyük gayelerle ortaya çıkan bir davaya en büyük zararları da veren kişilerdir ne yazık ki…
Bu aslında bir vefa meselesidir de!
En başta kendilerine bu görevi tevdi edene bir vefasızlıktır! Maalesef bu çağın en büyük çıkmazı vefadır… Vefa her insanın hem en çok istediği hem de en az fiiliyatta bulunduğu bir metcezirler dalgasıdır ki gâh insanı içine çeken gâh insanın ulaşamadığı bir kıyıdır varamayası...
Türk şiirinin büyük zirvesi Fuzuli'nin, yalnızlığını, insanların vefasızlığını ve umarsızlığını ve hayatındaki tek vefakârın bad-ı saba olduğunu haykıran aşağıdaki dizeleri bu duygunun acı resmi değil midir?
“Ne yanar kimse bana ateş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bad-ı sabadan gayrı!”
İnsan vefasız olmaya görsün! Değil insanları, dağları bile incitir vefasız insan, börtü böceği, esen rüzgârı, güne hançer gibi değen gecenin karasını ve bütün kâinatı incitir böyle insan!
Vefasız insan gülsüz diken gibidir! Kokusu yoktur, inceliği yoktur, bilgeliği yoktur, nezaketi ve merhameti yoktur. Meyvesiz ağaçtır hiç çiçek açmayası. Kör kuyudur hiç su tutmayası, gelene geçene bir tas su vermeyesi, içi boş buluttur hiç yağmur getirmeyesi! Vefasız insan, sedasız insandır, nidasız insandır. Vefasız insanın ne kendine, ne geçmişine, ne geleceğine hayrı vardır! Dar-ı dünya için meydana düşmüş, kara bir sinek gibi dünya nimetine üşüşmüş talihsiz bir dilencidir acınası!
“Vefasız insan” esasında hiçbir güzel duyguya sahip değildir zira bu tip insanın kalbi mühürlenmiştir, sevgiye, letafete, güzelliğe, merhamete, şefkate kapanmıştır; bu insanın sevdiği de, bildiği de, tanıdığı da sadece kendisidir, maddiyattır, keyfiyettir...
Vefanın içini boşalttığımızdan beridir huzur ve güven artık kapımızı aralamıyor. Yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bir ülkede insanların yüzde doksanı birbirlerine güvenmiyorlarsa, birbirlerine kuşku ve vehimle bakıyorlarsa orada durup uzun uzun tefekkür etmemiz lazımdır.
Acaba biz bu hâle nasıl geldik?
“Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır” sözü aslında ne kadar önemli bir sözdür düşünülürse. Hatır bilmek, hatırlı olmak, hatır saymak ne kadar sevimli ve insana huzur veren kelimeler. Biz o hatır bilen, gönül bilen, vefakâr, kadirşinas, diğerkâm insanları hangi gezegende bıraktık, nerede unuttuk o gönül erenlerini? Ve nerede buluruz?
Sahi nerede?