Vefayı; bazen bir erkek ismi, bazen İstanbul'da bir semt ismi olarak hatırlarız. Ama vefanın bir isim olmanın ötesinde; sevgide, sebatta, sadakatte devamlılık, görülen iyilikleri unutmama, nankörlük etmeme, iyilikte bulunanlara misliyle veya daha güzeliyle mukabelede bulunmaya devam etme gibi manaları ihtiva ettiğini bilmeyiz, bilmezlikten geliriz ya da işimize gelmediği için göz ardı ederiz.

Vefa biraz da sadakattir, sevgidir, hoşgörüdür bazen, bazen de hüzündür. Belki bir sevdiğinin darda kalışında yardımına koşmak, belki üzülmek, belki ağlamaktır.

Kimbilir belki de yola çıktıklarını yolda bulduklarına değişmemektir.

Biraz da üç kuruş menfaate yola çıktıklarını satmamaktır.

Ama en önemlisi ise, gösterişten uzak, sırf Rıza-i Bari için birşeyleri paylaşabilmektir.

Vefalı olanın dostu ve dostlukları artar, nasıl ki sevgiyi paylaşınca artıyorsa... Seni yalnızlığa mahkum olmaktan kurtarır, hayata daha sıkı bağlar, hayatına anlam katar.. mutluluk verir, kısaca mutluluk da diyebilirsiniz vefaya...

Hep duymuşuzdur çoban köpeklerinin vefalı olduklarını, sahibinin ekmek torbasının başında üç gün beklermiş, karnı aç olduğu halde torbadaki ekmeğe dokunmazmış.

Aslında bu durum bitkiler için de geçerlidir değil midir?

Mesela pencerenizdeki solmaya yüz tutmuş bir çiçeğe su verirsiniz, beş dakika sonra o bükük boynunu kaldırıp size gülümsediğine şahit olursunuz. Hayvanlar ve bitkiler bu vefayı gösterirken insanlar ve de Müslümanlar neden vefasızlaştılar?

Bize öğretilenlerle gördüklerimiz ve yaşadıklarımız birbiriyle neden örtüşmüyor günümüzde. İnsanlık çetin bir sınavdan geçiyor, dün çok imkanımız var iken ihmal ettiğimiz bir çok şeyi, bugün istesek de yapamıyoruz. Anne-babamızı ziyaret edemiyoruz, çocuğumuza doyasıya sarılamıyoruz, çok istesek de sevdiklerimizle bir arada bulunamıyoruz.

Dün zoraki gittiğimiz Cumaya bugün gidemiyoruz, adeta birbirimizden kaçıyoruz..

Elimizde iken kıymetini bilemediklerimiz bugün elimizden uçup gitti..üstelik bir daha aynı nimetlere kavuşup kavuşamayacağımız da meçhul.

Bir musibet bin nasihatten evladır sözünün belki kulağımıza küpe olması için bu musibetlerden ders alırız. Hazır evlerimizde bulunuyorken, geçmişin muhasebesini yapmaya vakit ayırabiliriz, bol bol düşünmeye fazlaca zamanımız olur. Bizler aslında derya içinde olduğumuz halde deryayı bilmeyen balıklar gibi yaşadık. Baş döndüren teknolojinin sunduğu imkanlarla, sevgiyi saygıyı, sadakati unuttuk, vefasız birer yaratık haline dönüştük.

Fıtratla çok oynadık ve Alemlerin Rabbi olan ALLAH yeter dedi. Ve tüm insanlığı bir mikrop(virüs)la başbaşa bıraktı ki, Kendisinin kudreti üzerinde bir kudret olmadığını, insanoğlunun bir hiç olduğunu hatırlamamız için.

Evet şimdi tam zamanı.. unuttuklarımızı hatırlamanın, kaybettiklerimize yeniden sahip olmanın, hala nefes alabiliyor isek, sıra bize gelmemiş ise yapabilceklerimiz var demektir. Hiç değilse ihmal ettiğimiz büyüklerimizi telefonla arayarak hal hatır soralım, gönüllerini alalım, vefamızı gösterelim.

Varsa elimizde az çok demeden paylaşalım. Dert etmeyelim virüsü, tedbiri alıp tevekkül edelim. Bol bol dua edelim. Rabbim bir dert vermişse vardır bir hikmeti diyelim. Sabır ile sebat edelim. İnsan olduğumuzu yeniden hatırlayalım ve özümüze dönmek için bu kötü günleri fırsat bilelim.

Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı varsa, sayılamayacak nimetleri bize bahşeden Rabbimizin hatırı yok mu?

Şükredelim.. Şükürle vefamızı gösterelim.

Ve son olarak şöyle dua edelim.

Ya Rabbi!

Bana bundan sonra öyle bir hayat ver ki, iyiliklerini gördüğüm tüm insanlara ben de iyilik yapabileyim.

Ben nankörlük ettim, nefsime uydum, dünyanın geçici güzelliklerine aldandım, kendime zulmettim, vefasız davrandım, beni doğru yolundan ayırma.

Beni, Anamı babamı ve tüm inananları sonsuz mağfiretinle bağışla.